"AKP ile alıp veremedigim ne?"
İstanbul 1. Seçim Çevresinden milletvekili adayı Cemi TARHAN'ın tespitleri ve çağrısı...
AKP ile alıp veremedigim ne?
“Bir kişi” bana bu soruyu sormus:
“Amcacim AKP ile alıp veremediğin ne?”
Bilmem anlar mısın aziz kardeşim ama dinlersen anlatayım.
Bugüne kadar AKP dışında hiçbir hükümet, Türk Ordusu ile bu kadar ters düşmedi, bu kadar zıtlaşmadı, bu kadar aleni çatışmadı.
Bu çatışma neden?
NOT: Bu yazı oldukça uzundur. Canınız sıkılacaksa ya da zamanınız kısıtlıysa şimdi okumayın, sonra daha rahat zamanda okuyun. Öğreneceğiniz çok şey var.
—
Aslında AKP dışında hiçbir hükümet bugüne kadar, ne devletle, ne de devletin kadrolarıyla, askeriyle, hakimiyle, yasal düzeniyle, hukukuyla ve hele hele ilim ve irfan kaleleri üniversiteleriyle hiç böylesi kapışmamıştı.
Aslında ortada demokrasinin sınırlarını hayli aşan hasmane bir durum mevcut.
AKP aleni olarak “demokrasi zırhını” kuşanmış vaziyette ve önüne AKTÜSİAD neferleriyle doldurduğu modern Truva atı “Medya”yı da katarak, Cumhuriyet kalesine karşı taarruzuna başlamıştır. Cumhuriyet’in temel taşları olan Atatürk ilke ve inkılaplarından örülmüş burçları, yabancı sermayenin dolar güdümlü top mermileri sürekli dövmektedir.
Ortada, yüzyıllar gerisinden hortlatılıp getirilmek istenen bir zihniyet ve onun temsil ettiği ilkel yaşam düzenini hasretle bekleyen gafillerin modern Cumhuriyet’e karşı giriştiği bir varoluş savaşı söz konusudur.
Bu savaşın galibi zaten işin başından bellidir. Tarihin akışı “tek yönlü”dür ve yazgısı değişmez. Zaman daima tekamül edeni ödüllendirir. Zamanda geriye gitmek, tekamülü tersine çevirmek, güneşe bayrak dikmek kadar boş bir hayaldir.
Ancak ateş etrafında hezeyanla nafile turlar atan bu irfan fakiri meczuplar, verdikleri sayısız telefata aldırmadan, dalga dalga sinsi emellerine doğru ilerlerler. Virüs gibi klonlanarak çoğalan bu mahluklar için sayısal boyutun anlam ve değeri yoktur. Onlar için bir tane de milyon tane de aynıdır. Tek istedikleri bir koza gibi içine girip binlerce yeni kopya klonlayabilecekleri bir organik canlı olsun etraflarında.
İşte salt bu nedenle kainat organik canlıların tekamülüne önem verir. Her yeni virüs cinsi çıktığında, organik canlı tekamül ederek kendini bu yeni virüse karşı da savunmalı hale getirir. Bunun için de hayatta kalmalarını kolaylaştıran her türlü denetim ve yönetim “fonksiyonu”nun sağlıklı işlemesini sağlayan “anayasal” organlarını sonuna kadar koruyacak bağışıklık sistemlerini geliştirirler.
Öte yanda, güneşe ok atarak güneş tutulmasını önlediklerini zanneden biçarelerin hayvansal “güneş kurtarma” ezberlerini zeka pırıltısına yoran ilkel beyinler, ya da, ziyadan nasibini alamamış “kör” yarasaların, elifi mertek belleyen mekanik “yön bulma” ezberlerini semavi insicama (tutarlılık) hükmeden izansız zihinler, inatla ve ısrarla Cumhuriyet burçları önünde kırılmaya devam ederler.
Aslında, münacaat (yakarış, dua) ile müracaatı (baş-vuru) birbirine karıştıran bu idrak fakirleri, “vurdukları başın” kırılmaya mahkum olduğunu ve mutlaka kırılacağını asla öğrenemeyecektir. Bu pireye, insan düzlemini anlatmak, Fuzuli okumayı öğretmek kadar nafile bir çabadır.
Beatles’ın “she loves you yeah yeah yeah” terennümünde pireyi dansettiren “fizik” tınısı ile, “hüsnün oldukca füzûn ışk ehli artuk zâr olur; hüsn her mikdâr olursa ışk ol mikdâr olur” * diye inleyen kelamın insan olana “kainat şiiri”ni ruhunda hissettiren “zihin” tınısı hiç aynı boyutta olabilir mi?
İşte salt bu nedenle biçare gafiller hırsla ve inatla, o heybetli bedenin ve onu besleyen ruhun zayıf düşeceği günü beklerler. Ve tarih bıkmadan usanmadan hep tekerrür eder durur. Bir tarafta tekamül eden “organizma”lar daha öne geçerken, diğer tarafta sayısal üstünlük sağlayarak yaşama asılmaya çalışan virütik “klon”lar dalgalar halinde o yüce kale burçlarına “baş-vur”maya devam ederler.
Aslında bugün, neredeyse 80 yıl önce gördüğümüz bir filmin bir kez daha sahneye konmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.
Sadece araçlar, gereçler, detaylar ve oyuncular değişik. Senaryo ve ana tema yine aynı. Sadece bu seferki, 21nci yüzyıl icin olan yeni versiyonu.
İsterseniz 80 yıl kadar geriye gidelim. Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı öncesine.
O gün, yükselen değerler nelerdi bir bakalım:
1. Güneş enerjisi:
Doğal bir girdi olan “güneş enerjisi”, yaşam için fevkalade önemli “ekonomik” bir değerdir. Her sistem için elzemdir. Ancak “yüksek katma değer” (yüksek oranda kar) sağlayan bir kaynak olmadığı için, o yıllarda “yüksek” sermayenin ilgisini çekmez (o sırada “yüksek” sermaye genellikle “uluslararası parasal değerler” üzerine odaklanmaktaydı).
Ancak yaşamsal önemi nedeniyle güneş enerjisi, “yüksek” sermaye istemeyen tarım kesiminin ve alt tabakanın ilgi odağı durumundadır. Bunun en önemli nedeni yatırım gerektirmeden elde edilebilmesidir. Yani doğal olarak heryerde bulunduğu ve herkese açık olduğu için, birim yatırım başına düşen verimliliği “sonsuz”dur. Güneşi Allah verir, verimini çiftçi alır. Bu nedenle de sermaye yetersizliği nedeniyle tarımla geçinmek zorunda kalan nüfus için Allah vergisi, bulunmaz bir nimettir.
Bu arada Osmanlı’nın asırlardır uyguladığı bir vergi politikası vardır. Has, timar ve zaamet adı altında devlet, tarımı ve tarıma bağlı üretimi yerel yöneticilere “franchise” etmiştir. Tarımla uğraşan “çift ekip biçen” kesim, devlet’e aşar (öşür) adı altında bir vergi öder.
Aşar kelime anlamı itibariyle “yüzde on” demektir. Asırlarca “çift” ahalisi devlete mahsulünün “aşar”ını (yüzde onunu) sorunsuz ödeyegelmiştir. Bunun karşılığında da dinini ve kültürünü muhafaza ederek güvenceli bir devlet yaşamına kavuşmuştur.
Ancak 19ncu yüzyılda devletlerin girdiği savaşların bedeli sınaileşme (kas ve rüzgar gücünden buhar enerjisine dönüşüm) ve yüksek mekanizasyon nedeniyle kat be kat artmaya başlayınca ve bu masrafları karşılayacak yeni toprak kazanımları (sömürge) imkanı ortadan kalkınca, devlet hazineleri giderek zorlanmaya bağlamıştır. Bunun sonucu Avrupa ve Amerika “gelir vergisi” gibi yeni vergi türleri ihdas ederken, Osmanlı da aşar vergisini yüzde onlardan yüzde otuzlara çıkarmıştır.
İşte Osmanlı’ya karşı ayaklanmanın ana nedeni de bu olmuştur. Has, timar ve zaamet sahipleri bu vergileri karşılayamayınca ellerindeki malları kaybetmemek için kendilerine gülücükler gönderen eski sömürgecilere yönelmişlerdir. Onlar aşarı yine yüzde onlara çekme hayalleri peşindeyken sömürge patronları da dünya arenasına yeni çıkmakta olan bir enerji türünün, 20nci yüzyılın enerjisi kaynaklarının peşindedir. Yani petrolün.
1. Petrol enerjisi:
Yine doğal bir girdi olan petrol enerjisi katma değeri çok yüksek olan bir üretim unsurudur. İçine petrolün girdiği ürünler misliyle istihdam ve sermaye geliri sağlarlar. Yer altından çıkan petrol yine Allah vergisi ve dolayısıyla bedavadır. Yani kimse tıpkı güneş enerjisinde olduğu gibi doğadan aldığı petrol için ne doğaya ne de Allah’a bir şey ödememektedir. Ödenen her para birilerinin cebine sağladıkları işgücü, teknoloji, sermaye ve bilgi ve diğer birikimler için ödenmektedir. Yani petrol bir anlamda işin altyapısı ve petrole dayalı zenginlik de üst yapısıdır. Petrol işin “hard” kaynağı (hard-resource), petrol sanayi de işin “soft” kaynağıdır (soft-resource). Tıpkı donanım (hardware) ve yazılım (software) gibi. Hardware olmadan sofware olmaz. Yani bilgisayar olmadan bilgisayara dayalı sanayi olmaz. Eh o zaman, petrol olmadan da petrole dayalı sanayi olmaz.
Tıpkı güneş enerjisinde olduğu gibi. Orada da güneş enerjisi işin “hard” kaynağı, güneşe dayalı sanayi de (tarım) işin “soft” kaynağı idi. Aynı şekilde orada da güneş olmadan güneşe dayalı sanayi olmadığı gibi. Aslında güneşe dayalı sanayilerde sadece tarım değil hemen hemen inşaat sektörünün bütün temelleri de buradadır ve bu nedenle de taş ustası tabir edilen “mason” unsurlar için güneş tanrısal bir güçtür.
Tekrar petrole dönecek olursak bunun güneşten çok daha farklı yönleri olduğunu görürüz. Bu da soft-kaynaklar nedeniyledir. Güneşe dayalı sanayi fizik tabanlıdır, burada kaç metre yola gidileceği, kaç metre kare arazi işleneceği, ve kaç metre küp mikyap üretim yapılacağı ve dolayısıyla da coğrafya önemlidir. Ancak petrole dayalı sanayi aynı zamanda kimya tabanlıdır. Yani işin içinde coğrafi kıstaslar ve fiziki boyutlar yanısıra, kimyasal denklemler ve bundan türeyen onbinlerce kimyasal proses vardır. Bu da petrole dayalı teknolojilerin, güneşe dayalı teknolojilere (tarım ve toprağa dayalı inşaat malzemesi mekanizasyonu vs) nazaran çok daha fazla katma değer üretmesini sağlamaktadır.
Kısacası petrol birden güneşe nazaran binlerce kat daha önemli duruma gelmiştir.
Sonunda aşar nedeniyle kızgın olan Arap kavimleri kışkırtılmış ve Osmanlı’ya karşı ayaklandırılmıştır.
Bu arada Osmanlı, sadece ve sadece Osmanlı’yı yerle bir etmek için çıkartılan (yoksa tezgahlanmış olan mı deseydim?) Birinci Dünya Savaşı’na davet edilmiştir. Ve yine gayet ustaca yürütülen bir İngiliz manevrası ile damat Enver Paşa’nın manipüle edilmesi sonucu Osmanlı savaşa İngilizler’in istediği gibi Mihver Kuvvetleri tarafında girmiştir.
Sonuç tabi ki tam bir intihardır. Sonunda Anadolu’ya sıkışmak zorunda bırakılan Osmanlı, savaş sonunda Sevr’de kesimhaneye alınmış ve parça parça edilip pazarlanmak üzere iken, Türk’ün ölmeyen inancı ve imanından gelen güçle imkansız sayılan başarılmış ve bin yıllık anavatan, Anadolu’nun bağrından yeni Türkiye Cumhuriyet’i çıkmıştır.
Şimdi dikkat edin. Arabın can ve mal güvenliği ve huzuru için ödediği tek vergi olan “üçlü aşar”dan kurtulacak olması onun devlete başkaldırması için en önemli neden olmuştur. Aklında ne milliyetçilik vardır ne de petrol. Derdi imanı üçlü aşarı kaldırtmaktır.
Bu arada sahnede gözünü “petrol” hırsı bürümüş “emperyal” güçlerlerle (İngiltere) işbirliği yapan bir siyasi parti (İttihat Terakki) vardır. En büyük destekçileri de, İstanbul’da, uluslararası cemiyet unsurlarıyla bütünleşen sermaye odakları (gayrimüslim), ve taşrada da, Osmanlı’ya karşı kışkırtılan ayrılıkçı etnik güçlerdir (Araplar).
Şimdi bugünkü filme gelelim. Sahnede hiç bir şey farklı değil.
Petrolün yerini yeni bir enerji kaynağı, “Toryum” alıyor, ve güneşin yerini de yine doğal bir hard-kaynak olan “su” alıyor.
Evet 21nci yüzyılın yeni hard-enerji kaynağı Toryum ve yine hard-yaşamsal kaynağı su (20nci yüzyılın hard-enerji kaynağı petrol ve hard-yaşamsal kaynağı güneş idi).
Yine sahnede gözünü “toryum” hırsı bürümüş olan “global” güçlerle (…) işbirliği yapan bir siyasi parti (…) var. Ve onun büyük destekçileri de, İstanbul’da “global” cemiyet unsurları ile bütünleşen sermaye ve ilgi-birikim odakları (Bindirilmiş AK unsurlar, AKTÜSİAD, AKDiplomasi, AKMEDYA, AKYazarlar, AKStarlar, AKEurovizyon, AKNobel gibi) ve bu kez de Türk’e karşı kışkırtılan ayrılıkçı etnik güçler var (PKK ve benzeri).
Ve yine Osmanlı’nın 20nci yüzyıl başında “petrol” denen şeyden bi-haber olması gibi 21nci yüzyılın başında da Türkiye “Toryum” denen şeyden bi-haber.
“Toryum”, 21nci yüzyılın “nükleer pilleri ve bataryaları” demek. Bir anlamda sınırsız enerji gücü demek. Uranyum’a göre radyoaktif riskleri çok daha düşük ve nükleer enerji yapımında kullanılan Plutonyum’a dönüştürülemediği için de uzmanların ifadesi ile terör riski taşımayan enerji. Yani Toryum kısacası her iki bağlamda da “güvenli enerji”.
Peki bu Toryum nerede var?
Neden Türkiye’de durup dururken son on yılda “altın” arama ve çıkarma iştahı ve faaliyetleri bu kadar arttı ki dersiniz?
İşte size birkaç bilgi.
Hindistan çoktan Toryum reaktörleri yaptı ve şimdi mini reaktörler üzerinde çalışıyor. Bilmeyenler için söyliyeyim Hindistan aynı zamanda mini-mill denilen minyatür çimento tesisleri de üretiminde dünyada bir numara. Acaba neden dersiniz? Mini-çimento tesisleri ile mini-reaktörler arasında nasıl bir paralellik var ki?
Son olarak Toryum ile ilgili şunları da ilave edeyim.
Yeni kurulan ve kapıssından içeri devletin bile giremeyeceği şu yeni iştirak bankası var ya… Acaba hangi alanda yatırımlara öncelik verecek dersiniz?
Ve Toryum geleceğinden bir perspektif, bir kesit…
Toryum pilleri 20 yıl kadar sonra tüm evlerde ve araçlarda (arabalarda) kullanılabilir durumda olacak. Bu durumda bir araba satışa çıkarken içinde arabanın ömrü boyu yetecek enerji depolu olacak. Ev alırken evin enerjisi kendi icinde gelecek ve yine omur boyu enerji. Bu durumda enerji santralı, nakil hattı vs gibi bir suru 20nci yuzyıla ait sektor olmayacak. Tabi petrol de gözden dusecek enerji ortamı olarak ve sadece petrokimya işi kalacak. Yollar, köprüler de aynı kalmayacak. Çünkü lastik tekerleklere elveda diyeceğiz manyetik asansörlü araçların Toryum pilleri sayesinde yolun sathına değmeden gidebilmesi mümkün olacağı için.
Yani bambaşka bir dünya olacak.
Ve Türkiye bu yepyeni dünyada yerini alabilir.
Eğer ki şu an Irak’taki 130,000 ABD askeri AKP’nin ve yandaşlarının “yardım çağrısı” üzerine sınırlarımızdan içeri girmeğe kalkmasın…
KAYNAK: http://ezete.wordpress.com/2007/06/11/abd-akp-ve-toryum-ve-su/
Bağımsız Milletvekili Adayı Cemil Tarhan'ın İlginç Kampanyası
Kampanyamı 18 Haziran 2007 Pazartesi günü saat 08:00 itibariyle başlatıyorum.
Siz saygıdeğer İstanbullu hemşehrilerim ile hergün ya bir vapurda, ya bir otobüste, ya bir istasyonda bir arada olacağız. Ben sizin benden beklediklerinizi ve istediklerinizi dinlerken sizlerle de beni görmüş tanımış ve şu adam kimmiş, neyin nesiymiş öğrenmiş olacaksınız.
Banka HesapKampanyam için destek vermek isteyenler sevgili İstanbul’luların gönüllerinden ne kopuyorsa kampanya bağış bedellerini lütfen aşağıdaki banka hesap numaralarından birine havale etmeleri ve daha sonra tarafıma [email protected] adresine eposta ile bildirmelerini rica ederim.
Böylece ben de kendilerine geri dönüp teşekkür etme imkanı bulabilirim.
Kampanya’ma destekte bulunan dostlarıma adreslerini de verdikleri taktirde, ayrıca bir de özel olarak tasarlanmış bir “Milletvekili Kalemi” hediye etmeyi çok isterim.
Saygılarımla
Cemil Tarhan
Bağımsız Milletvekili Adayı
BANKA | IBAN | ŞUBE ADI | ŞUBE NO | Hesap Numaralarım |
YKB | TR360006701000000068216737 | Çiftehavuzlar | 319 | 68216737 |
FINANS | TR960011100000000002913727 | Çiftehavuzlar | 00902 | 2913727 |
GARANTI | TR300006200039500006696832 | ULUS | 395 | 6696832 |
ISBANK | TR480006400000110820407976 | Caddebostan | 1082 | 0407976 |
AKBANK | TR400004600255888000074067 | Caddebostan | 255 | 0074067 |
HSBC | TR510012300736100436127000 | Çiftehavuzlar | 736 |
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.