Başına silah dayadıkları an

Başına silah dayadıkları an

Bir gün okula Gül'ün fotoğrafının basılı olduğu afişler asıldı; afişte "Bu faşist okula giremez" yazılıydı.

Can Dündar'ın yazısı

Ankara'yı da, İstanbul'u da gördüğünde 19 yaşındaydı

Kayseri'den İstanbul'a üniversite sınavına giderken otobüs Ankara'da durdu. Ankara'yı, sigara dumanları içinde bir terminal olarak hatırlayan Gül, hiç ısınamadığı bu kente 41 yaşında milletvekili olarak geldi
 
Bodrum Palas

Gelelim yazı dizimize adını veren Bodrum Palas'a...
Gül, bir süre Kayseri Yurdu'nda kaldıktan sonra eve çıkmaya karar verdi. O sıralar Kayseri'den tanıdıkları Rıfat Bestceli'nin Fındıkzade'deki ev arkadaşları ayrılmıştı. Halaoğlu Tekelioğlu'yla birlikte onların yerine taşındılar.
Burası bir apartmanın bodrum katıydı. Sokağı yarım pencere gören, iki oda, bir salon, tipik bir bekâr eviydi.
O evde, üç Kayserili, hafta sonları yatıya arkadaşlar ağırlayarak, zaman zaman Kayseri'den gelen pastırmalara yumurta kırarak, geceleri şiirli sohbetlere dalarak bir yıla yakın kaldılar.
"Bodrum Palas" adını taktıkları o evde Arif Nihat Asya, Cemil Meriç, Yahya Kemal ve ille de Necip Fazıl okunur, taş plakta Münir Nurettin ve Muzaffer Sarısözen dinlenir, hafta sonları Beşiktaş maçına ya da Şan sinemasındaki Türk musikisi konserine gidilirdi.
İlginç bir ayrıntı vereyim:
Gül'ün Cumhurbaşkanı seçildiği gün, o evde kalan ya da konaklayan hemen herkes Meclis'teydi.

1965 yılında Necip Fazıl Kısakürek yeni kurduğu Büyük Doğu Kulübü'nün ilk şubesinin açıldığı Kayseri'ye konferansa geldi.
Ahmet Hamdi Bey, oğluyla yeğenini kapıp konferansa götürdü.
Gül, henüz Lise 1'deydi.
"İman ve Aksiyon" konulu konferansta, kürsüde etkileyici bir ses tonuyla ve şiirler eşliğinde konuşan bu adamdan çok etkilendi.
Ertesi gün de soluğu Kulüp'te aldı.
Orada küçük yaşlarına rağmen "büyük adam gibi" karşılandılar. Canlı bir sohbet ortamı vardı. Kütüphaneden kitaplar alıp okudular:
Necip Fazıl şiirleri... Varlık çevirileri... Rus klasikleri...
Özellikle Dostoyevski ve onun "Suç ve Ceza"sı çarptı Abdullah Gül'ü... Okuduktan sonra kitapları birbirlerine veriyorlar, sonra buluşup Rus toplumunun, inanç sisteminin yazar üzerindeki etkisini tartışıyorlardı.
"Büyük Doğu" fikrine ısınmıştı Gül... Nedenini şöyle anlattı:
"Bir defa yerliydi. Bir tarih bilinci vardı. Türkiye'nin büyüklüğüne, potansiyeline, Doğu'nun büyük geçmişine vurgu yapıyordu. Ama bunu sadece fikirle değil, sanatla, edebiyatla, estetik kaygılarla kavrayan bir akımdı. Bunlardan etkileniyorduk."
O ilk konferanstan başlayarak bütün bu süreçte Gül'ün yanında olan Tekelioğlu, "Büyük Doğu'nun üzerimizdeki hakkını teslim etmemiz lazım. Batı'ya nasıl yaklaşılacağını kavramamızda Necip Fazıl'ın ve Büyük Doğu hareketinin büyük etkisi oldu" diyor.
Bu etki o kadar büyüktü ki, daha lise öğrencisi olan 3 arkadaş baş başa verip "Üstat" Necip Fazıl'a bir kutlama mektubu yazdılar. Övgülerle dolu bu şatafatlı mektup, "Yarın elbet bizimdir" diye bitiyordu.
İstanbul'a yolculuk
Abdullah Gül, Ankara'yı da, İstanbul'u da ilk kez 1969'da gördü.
Aslında Ankara'yı gördü denilemez; Kayseri'den onu üniversite sınavı için İstanbul'a götüren otobüs, Ankara otobüs garında bir süre durdu. Gül ve yanındaki hala oğlu Tekelioğlu, sigara dumanı içinde, kalabalık bir terminal gördüler. O kadar...
O zaman hiç ısınamadığı bu şehre bir daha ancak 41 yaşında milletvekili olunca gelecekti.
Otobüs İstanbul'a yaklaşırken, daha önce o yollardan geçmiş olan Tekelioğlu, yanındaki Gül'e "Şurası İzmit, şimdi deniz çıkacak karşına" diye anlatıyordu.
Sınavda Hukuk Fakültesi'ni kazandı Gül...
Hemen Kayseri yurduna yazıldı.
2 ay kadar Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ama bir süre sonra sıkılıp yatay geçişle İktisat Fakültesi'ne transfer oldu.

MTTB günleri
Ortalık "6. Filo Def Ol" sesleriyle inliyordu. Solcuların karşısına dikilenler "Müslüman Türkiye" diye bağırıyordu.
Seçim mitingleri yine meydanları dalgalandırıyordu.
Necmettin Erbakan Meclis'e girip Milli Nizam Partisi'ni kurmuştu.
Ama onlar, bu hareketlere biraz uzak durdular. İstanbul'a gider gitmez, Kayseri'de etkilendikleri Büyük Doğu'cularla buluşmuş, Milli Türk Talebe Birliği'nin kapısını çalmışlardı. 60'ların sonunda sağcı gençleri buluşturan muhafazakâr bir örgüttü bu... Kıbrıs Türktür mitinglerinde, fetih günlerinde, komünizmi telin toplantılarında onların imzası vardı.
Gül, bu mitinglere, o toplantılara katıldı.
Artık okul çıkışı doğruca MTTB'nin Cağaloğlu'ndaki binasına gidiyor, yurdun kapandığı saat 23.00'e kadar orada çalışıyordu.
Kısa zamanda Necip Fazıl'la da yakınlaştı. Birliğin icra konseyine girdi. Faaliyetleri planlayan ekipteydi. Üniversitede MTTB temsilcisiydi.
Öne çıkmasıyla okulda hedef haline geldi.
Ve bu, 12 Mart döneminde başına iş açtı.

10 günlük gözaltı
Gül, bir Emniyet amirinin, 'Bu ülke bizim. Komünistseniz Moskova'ya, şeriatçıysanız Arabistan'a gidin' sözünü unutmadı


1972'de Gül ilk defa gözaltına alındı.
Fatih'teki Vakıflar Yurdu'nda kalıyordu. Polis baskın yapıp yurttaki tüm MTTB'lileri gözaltına aldı. 50 kişi kadardılar. Aralarında Gül de vardı.

'Şeriatçıysanız Arabistan'a'
İki kollarında birer polisle ve biraz da tartaklanarak otobüslere doldurulup Sirkeci'de Emniyet Müdürlüğü'nün altındaki Müteferrika denilen nezarethaneye götürüldüler. Orada sorgulandılar.
10 günlük gözaltında çok kötü muamele görmediler. Arada yedikleri küfürlerden incindiler. Salıverilirken Nihat adlı bir Emniyet Amiri hepsini bir odaya doldurup bir konuşma yaptı.
"Bu ülke bizim" dedi: "Komünistseniz Moskova'ya, şeriatçıysanız Arabistan'a gidin."
Bu sözü asla unutmadılar.
Gül, 10 yıl sonra Suudi Arabistan'a çalışmaya giderken, kulağında bu söz çınlayacaktı.

Kafasına silah dayadılar

Abdullah Gül hatırlamıyor, ama okul arkadaşları Mete Doğruer ve Mustafa Özküçük gayet iyi hatırlıyor:
Bir gün okula Gül'ün fotoğrafının basılı olduğu afişler asıldı; afişte "Bu faşist okula giremez" yazılıydı.
Hedef gösterilmişti.
Sol örgütler üniversite kapısında kimlik kontrolü yapıyor, onu arıyorlardı.
Herkesin silahlanmaya başladığı yıllardı. Ve Mehmet Tekelioğlu'nun anlattığına göre, bir gün o silahlardan biri Abdullah Gül'e çevrildi. Okulun solcularından biri, kafasına silah dayadı. Gül, o an soğukkanlılığı sayesinde kurtuldu.
Okul bahçesinden kaçıp kampusu terk etti. Ve 6 ay kadar gelemedi. Recep Tayyip Erdoğan'la o dönemde tanıştı. Necip Fazıl'ın öğüdü vardı; "Kanunları gerebildiğiniz kadar gerin, ama koparmayın" diye... Silaha bulaşmadılar.
"Acı yıllardı" diye hatırlıyor o dönemi: "Gece yarısı sokakta insanların çevrilip 'Sağcı mısın solcu musun?' diye sorulduğu, üniversitenin işgal edilip herkesin bir köşeye sıkıştırıldığı, boykotların, işgallerin olduğu, Türkiye'nin en sıkıntılı, kayıp yıllarıydı. Hiçbir dönem dersleri bitiremedik. Sağcısı, solcusu bütün gençlik o yıllarda boşuna heder oldu."
Sonunda 12 Mart geldi. İktidar sol muhalefetin üzerine balyozla gitti.
Üç solcu genç darağacında ipe çekildi.
MTTB ise dönemi kazasız atlattı. Doğan boşlukta hızla örgütlenip üniversitelerdeki etkinliğini artırdı. Açılan siyaset kapısından içeri daldı.
35 yıl sonra Abdullah Gül, aynı dönem, aynı üniversitede farklı örgütlerde yer aldıkları Deniz Gezmiş ve 2 arkadaşının idamlarıyla ilgili Meclis kararının kaldırılması için hazırlanan başvuruya, milletvekili olarak imza atacaktı.

Bu kaleciyi tanıdınız mı?

Burası Kayseri Atatürk stadı.
1967 yılı...
Lise takımı maça çıkıyor. Kalede Abdullah Gül var.
Hani "Top oynayamayanı kaleci yaparlar" denir ya; öyle bir durum.
Gül futbolda hiç de iyi değil. Küçük amcası Ömer'in telkiniyle çocuk yaşta Beşiktaşlı olmuşluğu ve duvarlara tebeşirle "BJK" yazmışlığı var; o kadar... O günkü maçın sonucunu hatırlamıyor; ama takım arkadaşlarından bazısıyla hâlâ görüşüyor.

Milliyet




HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.