Baskı ve haksızlıklar yeni olayları körükleyecektir....
Parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede gençliğin, korkuyla, disiplin cezalarıyla, polis gücüyle susturulamayacağına biz 68 kuşağı olarak tanık olduk. Yapılan her baskı, her haksızlık yeni olayları körükler, konuşan ve direnen öğrenci sayısı kar topağı
Üniversitesiz il kalmasın diyerek çıkılan yolda, gelinen noktanın dorğu ve yansız olarak değerlendirilmesi yapılamamaktadır.
Kütüphanesi, tiyatrosu, sineması, gençlik lokalleri, spor tesisleri
bulunmayan kentlerin ,5-10 km dışında kurulmuş üniversite yerleşim
yerlerine, yurdun çeşitli yörelerinden kopup gelmiş gençlerin otostopla
gidip-gelmeye çalıştığını görmezden geliyoruz.
Bu gençlerin, çoğu orta sınıf ailelerinden yeterli harçlık alamadıklarını
bildiğimiz halde, onlara yurt, burs, kredi temin edemiyoruz.
Bu gençleri, mahalle aralarında yetersiz koşullarda kiralık evlerde kaderlerine
terketmek, yahut tarikat yurtlarında kalmak zorunda bırakmak sosyal devlet
anlayışı ile bağdaşmaz.
Aslında, öğrenci olaylarından önce bunların araştırılıp yazılıp -çizilmesi gerekir.
Aşağıda, öğrenci olayları üzerine bir bilim adamının olaylar üzerine değerlendirmesini bulacaksınız:
Prof. Dr. İsa EŞME
"Üniversite öğrencileri, eylemleri ve talepleriyle yıllar sonra ilk kez gündemde yer almaya başladı. Yazılı basında özellikle TV kanallarında konu daha çok Ankara Üniversitesi’nde yaşanan “yumurtalı protesto” boyutuyla ele alınmakta, yalnız bu eyleme bakılarak konu farklı alanlara çekilmektedir. Öğrenci olaylarını doğru okuyabilmek için fotoğrafın bütününe bakmak gerekir.
1980 askeri yönetimi sonrası izlenen politikalarla öğrencilerin ve üniversitelerin susturulduğu ve 1970’li yıllarda yaşanan acılardan sonra toplumun büyük çoğunluğunun da bu politikadan yana olduğu bilinmektedir.
Gerçekte böyle bir politika, Cumhuriyeti gençliğe emanet ettiğini, Nutuk’un sonunda yer alan “Gençliğe Hitabe”’de açıkça ortaya koyan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün beklentileriyle hiç örtüşmemektedir. 12 Eylül yönetimi, onun beklentisinin aksine, gençliği susturmuş, ülke sorunlarına duyarsız, sadece dersini çalışan, ödevini yapan “uslu bir gençlik” yetiştirme projesini hayata geçirmiş ve ülkenin bugünlere gelişinin altyapısını hazırlamıştır.
Suskun bir üniversitenin ve gençliğin geleceğimiz açısından kaygı verici olduğunu düşünenler, son birkaç aydır bazı üniversitelerde ve son olarak Ankara Üniversitesi’nde yaşananlardan sonra, “acaba gençlik uyanıyor mu” demeye başlamışlardır. Demokrasi kulvarında kalındığı, şiddet ve kavga ortamına gidilmediği sürece, susan gençlik yerine, hakkını arayan, ülke sorunlarıyla ilgilenen ve konuşan gençlik, geleceğimiz için elbette daha umut vericidir.
Her türlü düşüncenin özgürce tartışılacağı yer olan üniversiteye, güncel bir konuyu tartışmak üzere öğrenciler tarafından davet edilen akademisyen iki siyasetçinin başka bir öğrenci grubu tarafından konuşturulmamasına yönelik bir eylem elbette haklı görülemez. Keşke onlar konuşabilseler ve daha ölçülü bir tepki, konuşma sonuna bırakılsaydı.
Böyle olmadı, bilinen sonuçla karşılaşıldı. İsteklerini, “hükümet yetkililerinin hoşuna gitmeyen bir üslupla” ifade etmenin ötesinde kusurları olmayan öğrencilerin, Boğaziçi, İTÜ, Yıldız, Eskişehir Anadolu üniversiteleri ve son olarak Dolmabahçe’de yaşadıkları, öğrenci kesiminde öfkeye yol açmıştır.
Sayın Kuzu’nun başına fırlatılan yumurtalar, bu öfkenin bir yansımasıdır. Sayın Kuzu, öğrenciler tarafından yapılan bir organizasyonda yaşananlar nedeniyle, hiç de kusuru olmamasına rağmen dekanı istifaya davet ederek “üniversite özerkliği” kavramını gölgelemekle, öfkeye öfkeyle cevap vermiştir. Bu tavır tüm üniversiteleri yaralamıştır.
Gençliğin öfkesine böyle bir tavır göstermek yerine bu noktaya nasıl gelindiği, olayın arka planının ne olduğu, öğrencilerin neden bu eyleme yeltendikleri, objektif ve önyargısız biçimde irdelenmelidir.
İktidar partisi sözcüleri ve iktidar yanlısı basın, maalesef konuya önyargılı yaklaşmışlar, öğrencilerin bazı illegal örgütlerle ilişkili olduğunu öne sürerek gençliğin yaşadıklarını ve taleplerini görmezden gelmişlerdir..
Öğrenciler ne istiyor?
“Öğrenci Kolektifleri” üyelerinin beyanlarına göre, üniversite gençliğinin istekleri beş maddede toplanıyor. “Dolmabahçe’de yapılanlar nedeniyle özür dilenmesi, parasız eğitim talebinin karşılanması, yönetimde öğrenciye söz hakkı verilmesi, YÖK’ün kaldırılması ve üniversiteye daha çok kaynak aktarılması”. Bunlar hiç de uçuk olmayan, tartışılabilir nitelikte taleplerdir.
Öğrencilere yönetimde söz hakkı verilmesi, en haklı taleplerden biridir. Bu ülkede yetmiş yıl önce, Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri, okullarını ziyarete gelen dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye farklı yemek çıkarıldığı için okul müdürüne bu ayrıcalığın nedenini sorabilirken bugün üniversite düzeyindeki öğrencilere yönetimde söz hakkı verilmemesi, Devletin bir ayıbıdır.
Kaldı ki bu talebin hukuki gerekçeleri de bulunmaktadır. 2001’de Türkiye’nin de dahil olduğu Bologna Süreci, 2001 Prag ve 2003 Berlin bildirileri ile öğrencilerin yükseköğretim yönetişiminde ortak olduğunu öngörmektedir. Türkiye’nin de imza attığı bu açık taahhütlere rağmen öğrencilere bu hak halen verilmemiştir.
70’li yıllardaki kaos ortamına dönüş olur mu?
Türkiye öğrenci olayları bakımından öteki ülkelere göre çok acı bir dönem yaşamıştır. Sonradan daha iyi görülmüştür ki, bazı güçler, 68 öğrenci olaylarını, tasarladıkları bir yönetim biçimini hayata geçirebilmek için kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu politikaları gereği gençliği bölmüşler, onları birbirleriyle vuruşturmuşlar, bu yolla yaratılan kargaşa ortamında Türkiye askeri bir yönetime sürüklenmiştir. Bu süreç sonunda ülke çok şey kaybetmiştir.
Konuşan gençliğini, özerk üniversitelerini kaybetmiştir. Daha da önemlisi sağcısıyla-solcusuyla hepsi yurtsever olan beş binden fazla evladını kaybetmiştir. O günleri yeniden yaşamamak için geçmişten ders alınmalıdır. Ankara’da yaşanan “yumurta eylemi” gibi olaylar bahane edilerek genç-liği susturmak için; onları “ait olmadıkları” örgütlerle ilişkilendirme ya da gençliğin karşısına başka bir gençlik grubu çıkarma yanlışına düşülmemelidir.
Bunun yerine, daha akılcı, daha gerçekçi, daha pedagojik çözümler üretilmelidir. Öğrencileri polis gücüyle sindirmeyi öngören, onları kamplara ayıran bir yaklaşım hiç de arzu edilmeyen sonuçlar doğurabilir ve bu durumda korkulan başa gelebilir.
Gençlik susturulabilir mi?
Parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede genç-liğin, korkuyla, disiplin cezalarıyla, polis gücüyle susturulamayacağına biz 68 kuşağı olarak tanık olduk. Yapılan her baskı, her haksızlık yeni olayları körükler, konuşan ve direnen öğrenci sayısı kar topağı gibi giderek büyür. Yirmili yaşların genç-liği her zaman idealisttir. Bedeni zayıf da olsa yüreği güçlüdür, gözü karadır. Ülke sorunlarını kendi sorunlarının önünde görür.
Gururludur, haksızlığa karşı isyankârdır. Onları anlamak için susturmak değil, konuşturmak ve dinlemek gerekir. Gelecek için umutlarını arttırmak gerekir. Unutulmamalıdır ki onlar, bizim çocuklarımız, bizim gençlerimizdir."
"Üniversite öğrencileri, eylemleri ve talepleriyle yıllar sonra ilk kez gündemde yer almaya başladı. Yazılı basında özellikle TV kanallarında konu daha çok Ankara Üniversitesi’nde yaşanan “yumurtalı protesto” boyutuyla ele alınmakta, yalnız bu eyleme bakılarak konu farklı alanlara çekilmektedir. Öğrenci olaylarını doğru okuyabilmek için fotoğrafın bütününe bakmak gerekir.
1980 askeri yönetimi sonrası izlenen politikalarla öğrencilerin ve üniversitelerin susturulduğu ve 1970’li yıllarda yaşanan acılardan sonra toplumun büyük çoğunluğunun da bu politikadan yana olduğu bilinmektedir.
Gerçekte böyle bir politika, Cumhuriyeti gençliğe emanet ettiğini, Nutuk’un sonunda yer alan “Gençliğe Hitabe”’de açıkça ortaya koyan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün beklentileriyle hiç örtüşmemektedir. 12 Eylül yönetimi, onun beklentisinin aksine, gençliği susturmuş, ülke sorunlarına duyarsız, sadece dersini çalışan, ödevini yapan “uslu bir gençlik” yetiştirme projesini hayata geçirmiş ve ülkenin bugünlere gelişinin altyapısını hazırlamıştır.
Suskun bir üniversitenin ve gençliğin geleceğimiz açısından kaygı verici olduğunu düşünenler, son birkaç aydır bazı üniversitelerde ve son olarak Ankara Üniversitesi’nde yaşananlardan sonra, “acaba gençlik uyanıyor mu” demeye başlamışlardır. Demokrasi kulvarında kalındığı, şiddet ve kavga ortamına gidilmediği sürece, susan gençlik yerine, hakkını arayan, ülke sorunlarıyla ilgilenen ve konuşan gençlik, geleceğimiz için elbette daha umut vericidir.
Her türlü düşüncenin özgürce tartışılacağı yer olan üniversiteye, güncel bir konuyu tartışmak üzere öğrenciler tarafından davet edilen akademisyen iki siyasetçinin başka bir öğrenci grubu tarafından konuşturulmamasına yönelik bir eylem elbette haklı görülemez. Keşke onlar konuşabilseler ve daha ölçülü bir tepki, konuşma sonuna bırakılsaydı.
Böyle olmadı, bilinen sonuçla karşılaşıldı. İsteklerini, “hükümet yetkililerinin hoşuna gitmeyen bir üslupla” ifade etmenin ötesinde kusurları olmayan öğrencilerin, Boğaziçi, İTÜ, Yıldız, Eskişehir Anadolu üniversiteleri ve son olarak Dolmabahçe’de yaşadıkları, öğrenci kesiminde öfkeye yol açmıştır.
Sayın Kuzu’nun başına fırlatılan yumurtalar, bu öfkenin bir yansımasıdır. Sayın Kuzu, öğrenciler tarafından yapılan bir organizasyonda yaşananlar nedeniyle, hiç de kusuru olmamasına rağmen dekanı istifaya davet ederek “üniversite özerkliği” kavramını gölgelemekle, öfkeye öfkeyle cevap vermiştir. Bu tavır tüm üniversiteleri yaralamıştır.
Gençliğin öfkesine böyle bir tavır göstermek yerine bu noktaya nasıl gelindiği, olayın arka planının ne olduğu, öğrencilerin neden bu eyleme yeltendikleri, objektif ve önyargısız biçimde irdelenmelidir.
İktidar partisi sözcüleri ve iktidar yanlısı basın, maalesef konuya önyargılı yaklaşmışlar, öğrencilerin bazı illegal örgütlerle ilişkili olduğunu öne sürerek gençliğin yaşadıklarını ve taleplerini görmezden gelmişlerdir..
Öğrenciler ne istiyor?
“Öğrenci Kolektifleri” üyelerinin beyanlarına göre, üniversite gençliğinin istekleri beş maddede toplanıyor. “Dolmabahçe’de yapılanlar nedeniyle özür dilenmesi, parasız eğitim talebinin karşılanması, yönetimde öğrenciye söz hakkı verilmesi, YÖK’ün kaldırılması ve üniversiteye daha çok kaynak aktarılması”. Bunlar hiç de uçuk olmayan, tartışılabilir nitelikte taleplerdir.
Öğrencilere yönetimde söz hakkı verilmesi, en haklı taleplerden biridir. Bu ülkede yetmiş yıl önce, Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri, okullarını ziyarete gelen dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye farklı yemek çıkarıldığı için okul müdürüne bu ayrıcalığın nedenini sorabilirken bugün üniversite düzeyindeki öğrencilere yönetimde söz hakkı verilmemesi, Devletin bir ayıbıdır.
Kaldı ki bu talebin hukuki gerekçeleri de bulunmaktadır. 2001’de Türkiye’nin de dahil olduğu Bologna Süreci, 2001 Prag ve 2003 Berlin bildirileri ile öğrencilerin yükseköğretim yönetişiminde ortak olduğunu öngörmektedir. Türkiye’nin de imza attığı bu açık taahhütlere rağmen öğrencilere bu hak halen verilmemiştir.
70’li yıllardaki kaos ortamına dönüş olur mu?
Türkiye öğrenci olayları bakımından öteki ülkelere göre çok acı bir dönem yaşamıştır. Sonradan daha iyi görülmüştür ki, bazı güçler, 68 öğrenci olaylarını, tasarladıkları bir yönetim biçimini hayata geçirebilmek için kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu politikaları gereği gençliği bölmüşler, onları birbirleriyle vuruşturmuşlar, bu yolla yaratılan kargaşa ortamında Türkiye askeri bir yönetime sürüklenmiştir. Bu süreç sonunda ülke çok şey kaybetmiştir.
Konuşan gençliğini, özerk üniversitelerini kaybetmiştir. Daha da önemlisi sağcısıyla-solcusuyla hepsi yurtsever olan beş binden fazla evladını kaybetmiştir. O günleri yeniden yaşamamak için geçmişten ders alınmalıdır. Ankara’da yaşanan “yumurta eylemi” gibi olaylar bahane edilerek genç-liği susturmak için; onları “ait olmadıkları” örgütlerle ilişkilendirme ya da gençliğin karşısına başka bir gençlik grubu çıkarma yanlışına düşülmemelidir.
Bunun yerine, daha akılcı, daha gerçekçi, daha pedagojik çözümler üretilmelidir. Öğrencileri polis gücüyle sindirmeyi öngören, onları kamplara ayıran bir yaklaşım hiç de arzu edilmeyen sonuçlar doğurabilir ve bu durumda korkulan başa gelebilir.
Gençlik susturulabilir mi?
Parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede genç-liğin, korkuyla, disiplin cezalarıyla, polis gücüyle susturulamayacağına biz 68 kuşağı olarak tanık olduk. Yapılan her baskı, her haksızlık yeni olayları körükler, konuşan ve direnen öğrenci sayısı kar topağı gibi giderek büyür. Yirmili yaşların genç-liği her zaman idealisttir. Bedeni zayıf da olsa yüreği güçlüdür, gözü karadır. Ülke sorunlarını kendi sorunlarının önünde görür.
Gururludur, haksızlığa karşı isyankârdır. Onları anlamak için susturmak değil, konuşturmak ve dinlemek gerekir. Gelecek için umutlarını arttırmak gerekir. Unutulmamalıdır ki onlar, bizim çocuklarımız, bizim gençlerimizdir."
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.