Çetin Altan'ın kalemi ışıldarken
"İyi bir angut olmanın bazı seçkin örnekleri"
Bir mağaza, yahut bir lokanta, yahut bir apartman kapısı gibi; ortak kullanılan bir kapıdan geçerken, arkadan gelen de rahat geçsin diye, kapıyı elinizle açık tuttuğunuzda; kibarlık gösterdiğiniz kişi, kapıdan geçip gider ve size gülümseyerek dönüp bir:
- Mersi, bile demezse...
* * *
Seçimlerde aday adayı olmaya kalkmış ve aday da olamamış biri; siyasete atılma isteğinin nedenlerini, yerli yersiz şöyle açıklıyorsa:
- Vaktiyle devlet için çalışmıştık; emekli olduktan sonra da, artık millet için çalışalım bari demiştik.
* * *
Azgın sıcaklarda, dönerli sandviç gibi aşırı yağlı ve karışık bir şeyler yediği için, kusmaya başlayan biri; ne asansörleri, ne klimaları çalışan özel hastanelerden birine gittiğinde; bir beyaz gömlekli kendisine:
- Hemen sizi bazı testlerden geçirelim; önce bir beyin tomografisinin, sonra bir kalp anjiyosunun, arkasından bir akciğer radyografisinin sonuçlarını görerek, bir de "MR"dan izleyelim durumu da; içimiz rahat etsin, diyorsa...
* * *
Olduğundan fazla görünme sakatlanmasına uğramış biri, her rastladığına:
- Geçen ay Özbekistan'a gitmiştim; bir hafta önce de Estonya'ya kadar uzandım; birkaç ressamla birkaç gazeteciye rastladım. Adamların dünyadan haberleri yok; vazgeçtik bizdeki seçim kampanyalarını, bizim başkentin adını bile bilmiyorlar. Oysa ben, her gün BBC'yi dinler, dünyada ne olup bittiğini izlerim. Gerçeği söylemem gerekirse, benim gözüm Almanları da pek tutmuyor; masalarda bira içip, kol kola sallanıp duran köylüler hepsi. Anladık iyi arabaları var; bendeki de o arabalardan biri. Araba yapmakla iş bitmiyor ki; asıl sorun, o arabalarla nereye kadar gittiğinde. Ben, benimkiyle Bombay'a kadar gittim; gibi bir şeyler anlatıyorsa...
* * *
Angutluğun çarpıcı örneklerinden biri de; kayak sporunu seven birine:
- Kayak yapmak nasıl bir duygu?
Tavlayı seven birine:
- Tavla oynamak nasıl bir duygu?
Ve bir yazı adamına:
- Yazı yazmak nasıl bir duygu?
Diye sormak...
* * *
Öfke patlamalarının yaygınlaşmasında da, angutluğun payı büyükmüş gibi görünüyor.
Bazı yorumlara göre de; Türkiye, ABD'deki "vahşi batı" dönemini yaşıyormuş. Demokrasi yerli yerine oturup iyice pekişinceye dek, öfke patlamalarının yaygınlaşması sürebilirmiş.
* * *
Sopalı, tabancalı, bıçaklı mahalle kavgalarını gördükçe; sayıları iyice artan orman yangınlarıyla, fabrika ve köy yangınlarını izledikçe; kimlerin hangi tür kazalarda nasıl öldüklerini duydukça; insanın kendi kendini uyarısı geliyor:
- Sakın ne angutluk gösterileri, ne öfke patlamaları, ne dumanları büyüyen alevler, enseni karartmasın...
* * *
Bunun da çaresi, hayatında ilk kez kente inmiş bir dağ çobanının hikâyesini hatırlamak.
Dağlardan ilk kez kente inmiş bir çoban; bir minareden ezan okunduğunu duyunca, oradaki takkeli, ak sakallı bir ihtiyara sormuş:
- Ne diye oralara çıkmış, bağırıyor bu adam?
* * *
Ak sakallı ihtiyar da anlatmaya başlamış:
- Ezan okunuyor; müminleri namaz kılmaya davet ediyor. İslamın şartlarını yerine getirmeyenler, namazlarını kılmayanlar; öteki dünyada katran kazanlarında yanacak ve zebaniler, başlarına durmadan topuzlar indirecekler; yalan söylemişlerin dillerini enselerinden kızgın kerpetenlerle çekecekler. Kıldan ince kılıçtan keskin Sırat köprüsünden geçemeyenler; ateşlerin içine, zebanilerin topuzları altına düşecekler...
* * *
Hayatında ilk kez böyle korkunç şeyler duyan dağ çobanı; afallamış bir yüz ve şaşkınlıktan büyümüş gözlerle, hemen sormuş ihtiyara:
- Bütün bunların bizim dağdaki koyunlara da, bir ziyanı dokunur mu?
* * *
Angutlukla, öfkeyle, demagojilerle kendilerini ziyan edenler, ededursun...
Nasıl olsa 21. yüzyılın küresel ve evrensel sofrasına, Türkiye de bir gün oturacak...
Enseyi karartmayın.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.