Gazeteciler imtiyazlı bir sınıf mıdır?
Tanınmış bir köşe yazarının uzun zamandır çalıştığı gazetesi tarafından işine son verilmesi gazetecilerin ifade özgürlüğüyle ilgili tartışmaları canlandırdı. Peki gazeteciler imtiyazlı bir sınıf mıdır?
Prof. Dr. Atilla Yayla'nın yorumu
Tanınmış bir köşe yazarının uzun zamandır çalıştığı gazetesi tarafından işine son verilmesi gazetecilerin ifade özgürlüğüyle ilgili tartışmaları canlandırdı. Bazı kimseler bu olayın söz konusu kişinin ifade özgürlüğünün ihlali anlamına geldiğini öne sürdü.
Bunun delili olarak patronu istemediği veya bir iddiaya göre, iktidarın tepkisini çektiği için köşe yazarının işine son verilmiş olması gösterildi. Buna göre her iki durumda da bu kişinin ifade özgürlüğü engellenmişti.
İfade özgürlüğünün ne demek olduğunun ne kadar az bilindiğini bu tartışmalar sayesinde bir kere daha gördük. Kimi gazetecilerin kendilerinin imtiyazlı bir sınıf teşkil ettiğine inandığını da. Oysa bu olayda ne ifade özgürlüğünün engellenmesi söz konusudur ne de gazeteciler diğer vatandaşlardan daha fazla hak ve hürriyete sahip ayrı bir sınıf teşkil edebilir. İfade özgürlüğü, kişinin görüş, kanaat ve düşüncelerini başına kötü bir şey getirilme korkusu olmadan, serbestçe, sahip olduğu veya kullanabildiği araçlar vasıtasıyla dile getirebilmesidir. Onun bu hakkını kullanmasını iki güç engelleyebilir:
Gerçek ifade özgürlüğü
İlki diğer bireyler veya birey birlikleridir. Onların bunu yapması suçtur ve demokratik ülkelerde hukuk sistemleri bu tür suçların engellenmesi ve hem suçluların cezalandırılması hem de yarattıkları zararların tazmin edilmesi için gerekli mekanizmalarla donatılır. İkincisi siyasi otoritedir. Başka bir deyişle, devlettir. İfade özgürlüğünün önündeki asıl engel devletlerdir. Devletten devlete fark olmakla beraber genel olarak devletler vatandaşların ifade özgürlüğünü kullanmasından pek hazzetmezler ve çeşitli yol ve yöntemlerle ifade özgürlüğünü kısıtlamaya çalışırlar. Bu işte kullanabilecekleri en yararlı araçlar "kamu düzeni", "kamu yararı", "milli güvenlik", "devlet sırrı" gibi kavramlardır. Bu kavramlar son derece esnektir ve anlamları genellikle iktidara kimin sahip olduğuna bağlıdır. Türkiye gibi otoriteryen resmıî ideolojisi olan devletlerde ifade özgürlüğünün alanı iyice daraltılır. Bu ideolojiyle bir şekilde ilişkili eleştirel fikir ve görüş açıklamaları ifade özgürlüğü alanının dışına atılır. Buralarda insanlar devlet ideolojisini eleştirmekte değil, sonuna kadar övmekte özgürdür. Daha doğrusu bununla görevlidir.
İfade özgürlüğünü asıl sınırlayan güç devletlerdir. Bu yüzden sansür kavramını yanlış kullanmaktan kaçınmak gerekir. Sansür, siyasi otoritenin ifade özgürlüğüne engel olmasıdır. Bir kişi bir konudaki görüş ve kanaatlerini açıkladığı için devlet baskısıyla, mahkemelerle, savcı ve hakimlerle muhatap olmak zorunda kalıyorsa, hapsediliyorsa orada ifade özgürlüğü ihlal ediliyor demektir. Siyasi otorite gazete, dergi, televizyon gibi araçların topluma aktaracağı bilgi, haber ve görüşlere önceden müdahale ediyor ve bazılarını yayınlatıp bazılarını yayınlatmıyorsa orada sansür vardır. Özel ellerde bulunan yayın organlarında çalışanlara onların sahipleri tarafından yapılan engellemeler sansür olarak görülemez. Böyle görülürse hata yapılmış olur. Bu hatanın yapılmasının sebebi ifade özgürlüğünün bir hak olarak mahiyetiyle ifade özgürlüğünü kullanmak için başvurulabilecek araç ve gereçlerin birbirine karıştırılmasıdır. Birinin ifade özgürlüğüne saygı göstermek demek onun kendisini açıklamasına bir hak ihlali yaparak mâni olmamak demektir. Ona kendisini açıklaması için imkan ve araç temin etmek demek değildir. Şüphe yok ki, bazı insanlar kendilerini açıklamak bakımından daha avantajlı bir konumdadır. Gazetesi, televizyonu olanlar, bir gazetede köşesi bulunanlar, görüşlerine ve sözlerine yayın organları tarafından itibar edilenler bu durumdadır. Ancak, bir insanın ifade özgürlüğüne sahip olması için mesela bir köşe yazarı olması şart değildir. Keyfî olarak engellenmemesi ve taciz edilmemesi kâfidir. Aksi takdirde ifade özgürlüğü genel bir hak olduğuna göre, herkesin gazeteye, dergiye, televizyona veya en azından bir gazete köşesine sahip olması gerekirdi.
Gazete sahipleri gazetenin nasıl bir gazete olacağını belirleme ve gazetede kimlerin yazacağına karar verme hakkına sahiptir. Bir patronun istediği kişiye yazdırması, sonra vazgeçip yazdırmaması onun özel mülkiyet hakkının doğal bir sonucudur. İfade özgürlüğünü engelleme olarak görülemez. Hiç kimse hiç kimseye görüşlerini açıklamak için bir araç temin etmek zorunda değildir. Herkes kendini ifade araçlarını kendisi bulmak mecburiyetindedir. Bu, bir gazetede bir köşeye ulaşmak tarzında da olabilir, bireyselliğe dayanan daha mütevazı yollarla da olabilir. Ne olacağını ve nasıl olacağını herkesin kendi şartları, kendi imkan ve kabiliyetleri ve bazı durumlarda kendi şansı belirleyecektir.
İnsan haklarına saldırı fikir özgürlüğü mü?
Bununla kapitalist ülkelerdeki bir muhtemel tekelleşmenin ifade özgürlüğü açısından hiç mahzur yaratmayacağını iddia etmiyorum. Elbette sermaye temerküzünün olmaması ve medyanın tamamının bir tekelde veya kartelde toplanmaması arzu edilir. Hatta bunun için hukuk devletiyle çelişmeyecek bazı tedbirler de alınabilir. Nitekim alınmaktadır da. Ancak, kapitalist ülkelerdeki ifade özgürlüğü problemleri hiçbir zaman anti-kapitalist, otoriter ve totaliter ülkelerdeki kadar olmamıştır. Devletin resmî ideoloji sahibi olduğu ülkelerde kapsayıcı bir sansür uygulanır ve devletin istemediği hiçbir bilgi, haber ve görüş topluma ulaştırılamaz. Bu yüzden kapitalist ülkeler her zaman diğerlerinden daha fazla ifade özgürlüğüne sahip olagelmiştir. Birçoğumuzun sandığının tersine, istikrarlı demokrasilerde geniş ifade özgürlüğünün mevcut bulunmasını sağlayan tek şey siyasi sistem değildir, aynı zamanda özel mülkiyet temelli serbest mübadele ekonomisidir.
Aslında hiçbir gazete patronunun gazetesine müdahalesi devletin gazetelere müdahalesi kadar kapsayıcı ve tahripkâr olamaz. Patronlar işlerin yürümesi için ekip kurmak zorundadırlar, her işi kendileri yapamazlar. Her konuda görüşleri yoktur. Birçok şey ilgi alanlarına bile girmez. Sadece patronunun gölgesi olan kişilerden kurulu ekipler ise hem yaratıcı olamaz hem de işi yürütemez. Çalışanların da bir hareket alanının bulunması bir olmazsa olmazdır. O yüzden bir gazete mülkiyet olarak bir patrona ait olsalar da gazeteye rengini vermede genel yayın müdürlerinin ve yazı işlerinin büyük payı vardır.
Türkiye'deki gazetecilerin önemli bir bölümünde dikkat çeken bir zaaf kendilerini hak ve özgürlükler bakımından diğer insanların üstüne yerleştirmeleridir. Bu birçok sıkıntı yaratmaktadır. İleride bunları ayrıntılı olarak ele almaya niyetli olduğumdan şimdilik sadece satırbaşlarıyla geçeceğim.
Gazetecilik, kutsal bir meslek değil
Gazetecilik kutsal bir meslek değildir. Herkes hayatını kazanmak için bir iş yapmaktadır. Kimisi polis, kimisi asker, kimisi eczacı, kimisi mühendistir. Gazetecilik de meslekler arasında bir meslektir. Gazeteci olması bir insana başka insanlar karşısında üstünlük vermez ve onu herkesi tabi olduğu ahlaki ve hukuki kurallardan masun kılmaz. Aksine, kamusal bir fonksiyonunun olması ona ilave sorumluluk yükler. Gazeteci haber için insanları takip etme hakkına kendi kaşı gözü için değil, toplum kamusal işlerden haberdar olma hakkına sahip olduğu için sahiptir. Bu yüzden sıradan vatandaşın giremediği yerlere girmesine müsaade edilir. Yani o toplumun hizmetinde olmakla mükelleftir. Gazeteci diğer insanların sahip olmadığı; ama insanlara zarar verebilecek şekilde kullanılabilecek bir araca sahiptir. Ben birine "alçak" diyerek sokakta bağırsam, o kişi bundan pek az zarar görür. Ama aynı şeyi bir gazete, bir köşe yazarı yaparsa o kişinin hayatı kayabilir.
Bu yüzden gazeteler ve gazeteciler ahlak kurallarına harfiyen uymalı, evrensel meslek standartlarından asla zak düşmemelidir. Hukuk sistemleri de yayın organlarına karşı kişilik haklarını kuvvetli bir koruma altına almalıdır. Söz konusu yazarın ahlak kurallarından uzak bir kalem erbabı olduğuna ve meslek kurallarını hiçe saydığına ben hayatımın onunkiyle bir şekilde kesiştiği noktalarda acıyla şahit oldum. Hiç şüphem yok, aynı şeyi yüzlerce kişi tecrübe etti. Yüzlerce insan bu kişi tarafından kolayca karalandı. Hakarete uğradı. İftiraya maruz bırakıldı. Aşağılandı. Ve birçoğu, bu haksızlıklara karşı, işe yarar bir şey yapamadı. Umulur ki bu olay hem bu kişinin hem de onunla aynı kafadakilerin hal ve hareketlerini, tavırlarını, insana bakışlarını gözden geçirmelerine ve bir nefis muhasebesi yapmalarına vesile teşkil eder.
[email protected]
GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ATİLLA YAYLA
Zaman
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.