"Kemalistler hukuk istemiyor"
Mehmet Altan'dan ilginç tespitler: "Köşk seçiminde uzlaşma askeri müdahalenin önünü açar. 'Uzlaşma olsun' diyenler 27 Nisan'ların olmayacağının garantisini versin!"
Gazeteci yazar Prof. Dr. Mehmet Altan'ın NEŞE DÜZEL'e yaptığı çarpıcı açıklamalar...
"Utanmadan uzlaşmadan bahsediyorlar şimdi. Peki Abdullah Gül aday olmasın. Ama Allah rızası için bir tek parlamenter de çıksın, demokrasilerde 27 Nisan muhtırasının olamayacağını söylesin
Kemalist cumhuriyet sürekli çocuk kalmak istiyor. Çünkü Kemalistler hukuka bağlı olmak istemiyorlar. Kuralsızlıklarını sürdürmek istiyorlar. Bu cumhuriyet askeri rant üzerine şekillendi
Muhafazakârlaşmak ve demokratikleşmek iki ayrı şeydir. Demokratikleşiyoruz adı altında tabanının kurallarını topluma zorlarsan bu bir demokratikleşme olmaz, muhafazakârlaşma olur."
NEDEN? Mehmet Altan
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin seçimlerde uğradığı yenilginin nedenlerinden biri olarak İkinci Cumhuriyetçiler'i, onların toplumdaki ve medyadaki etkisini gösterdi. Baykal'ın bu seçim analizini kimse ciddiye almasa da, İkinci Cumhuriyetçiler'in Türkiye'nin siyasi denkleminde böyle bir yere oturtulması herkesin ilgisini çekti. Türkiye gibi tabusu çok olan bir ülkede, sadece adıyla bile karşı çıkılan İkinci Cumhuriyet fikri nasıl oluyor da yıllardır varlığını sürdürebiliyor, seçim analizlerinde ağırlıklı faktör olarak gösteriliyor, taraftarlarını artırıyor ve siyasi bir alternatif gibi değerlendirilebiliyordu. Büyük eleştiriler de alan İkinci Cumhuriyet neydi, topluma neyi öneriyordu? Hangi önerilerinden dolayı CHP'nin yenilgisinin sebeplerinden biri sayılıyordu? Bu fikri hareketin toplumsal eleştirilerini, kavramın fikir babası olan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Mehmet Altan'la konuştuk.
Siz İkinci Cumhuriyet kavramının yaratıcısısınız. Bu kavramı ortaya attığınızdan beri bu yaklaşım hem tepki hem taraftar topladı ama gündemden hiç düşmedi. Son olarak da Deniz Baykal, İkinci Cumhuriyetçiler'i CHP'nin yenilgi sebepleri arasında gösterdi. Bu kavramın böylesine sürekli bir ilgiyi üstünde toplamasını neye bağlıyorsunuz?
İkinci Cumhuriyet, Kemalist bir cumhuriyetten demokratik bir cumhuriyete geçme önerisidir. Bu, Türkiye'nin fay hattıdır. Ülkenin temel tartışmasıdır. Bakın... Cumhuriyet de her toplumsal değişim gibi sancılarla doğdu, çocukluğunu yaşadı, sonra da büyüyüp olgunlaşması gerekiyordu. Ama Kemalist cumhuriyet büyümek, boy atmak, olgunlaşmak istemiyor. Sürekli geçmişte, çocukluk döneminde kalmak istiyor. Çünkü Kemalistler bugünkü sistemdeki egemen pozisyonlarını ve kuralsızlıklarını sürdürmek istiyorlar. Hukuka bağlı olarak yaşamak istemiyorlar.
Bu büyüyememe hali raşitik bir toplum ve devlet yaratıyor tabii.
İkinci Cumhuriyet'in Birinci Cumhuriyet'ten farkı ne?
Birinci Cumhuriyet, asker ve sivil bürokrasinin çıkarları ve rantı üzerine şekillenmiş bir devlet ve toplum demektir. İkinci Cumhuriyet ise toplumun hizmetinde olan bir devletin kurulmasıdır. Birinci Cumhuriyet'in egemeni asker ve sivil bürokrasidir. İkinci Cumhuriyet'in egemeni ise toplumdur, millettir. Kemalizm bir ideoloji olarak, asker-sivil bürokrasiye sosyal, siyasi ve ekonomik hayattaki egemenliğini sürdürebilmesi için müthiş bir imkân ve rahatlık sunuyor. İkinci Cumhuriyet ise Kemalizm'in yerine demokrasiyi, hukuku getiriyor. Çünkü bir ülkedeki çok çeşitli, çok renkli, çok farklı yaşam tarzlarını ancak demokrasi ve hukuk bir arada taşıyabilir. Kemalizm pratikte altı oktur ve altı okun içinde demokrasi yoktur. Demokrasinin olmadığı yerde ise toplum yoktur. Toplumun iktidarı yoktur.
Birinci Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal tarafından kuruldu. Yani bir general tarafından kuruldu. Tek adam ve tek parti tarafından yönetildi. İkinci cumhurbaşkanı gene aynı savaşın kahramanlarından bir generaldi. O da tek adam yönetimini uzun yıllar sürdürdü. Temelleri, savaş kazanmış bir ordu ve generaller tarafından atılan bir yapı, sizin söylediğiniz anlamda bir demokrasiye kolayca geçebilir mi?
Zor. Onun için İkinci Cumhuriyet diyorum zaten. Bu arada soruyu biraz derinleştirip açmak da lazım. 'Osmanlı imparatorluğunun savaş kazanmış generalleri' diyoruz. Biz bu savaşa 1914'te girdik. 1914'te Osmanlı toprakları 5 milyon kilometrekareydi. Lozan'ı imzaladığımızda 775 bin kilometrekareye düştü. Ayrıca bugün Ortadoğu'da olup bitenleri Amerika'nın varlığını göz önünde bulundurmadan değerlendirmek ne kadar doğru olursa, Cumhuriyet'in kuruluşunda İngiltere'nin rolünü, politikalarını, çıkarlarını hiç göz önünde bulundurmamak da o kadar doğru olur.
İngiltere'nin rolü nedir?
Dünyada o zamanki egemen güç olan İngiltere'nin politikalarını dikkate alarak da tartışmak lazım meseleleri. Osmanlı'nın yıkılmasının nedenlerinden biri, dönemin küresel gücü olan İngiltere'nin çıkarlarıdır. İngiltere İpek Yolu'nu garantiye aldıktan sonra Osmanlı'dan vazgeçti. Cumhuriyet'in kurulmasında İngiltere'nin muhalefeti yoktur, onayı vardır. Ayrıca 1914'te Birinci Dünya Savaşı'na girerken işgale uğramamız halinde yapılacak olan şeyler, Osmanlı Genelkurmayı tarafından planlandı ve şekillendi. Bunları hiç konuşmuyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'na girmesine göre büyük oranda yitirilmiş... Sevr'e göre de kazanılmış bir toprak üzerinde kurulmuş bir cumhuriyet söz konusu. Bütün bunların sonucunda 'gidemeyenlerin' oluşturduğu bir devlet ortaya çıkıyor. Osmanlı'dan ayrılabilenler daha evvel ayrılıyor ve gidiyor.
Türkiye Cumhuriyeti devleti nasıl kuruluyor?
Falih Rıfkı, Çankaya kitabında detaylı anlatır. Atatürk, 'Gidemeyenleri Türklük etrafında toplamamız lazım' diyor. Ve gidemeyenlerden bir devlet oluşturuluyor. Bakın... Burası, bir ulus-devlet kurmuyor. Paşaların egemenliğinde önce bir devlet kuruluyor, sonra bir ulus inşa ediliyor. Yani bir ulus kendi devletini kurmuyor. Bir devlet, kendi ulusunu inşa etmeye çalışıyor. Atatürk, Türklük adı etrafında bir 'devlet-ulus' inşa etti. Yeryüzündeki klasik gelişme ise...
Ulus-devletin kuruluşu nasıldır?
Bir etnisite, bir ırk önce kendisinin ulus olduğunun farkına varır, siyasallaşır ve sonra devlet kurar. Bizde tersi yaşanıyor. Bu yüzden de burada hâlâ bir sürü kavram yerli yerine oturmuyor. Burası bir 'devlet-ulus'tur. Burası bir ulus-devlet değildir. Kürt sorununu da zaten bu yüzden çözmekte zorlanıyoruz. Osmanlı'dan gidemeyen, Anadolu'da kalan otuza yakın ırkın birlikteliğine Türk denmiştir. Devlet zoruyla bir Türkleştirme söz konusudur.
Peki bugünkü devlet kadrolarıyla demokrasiye geçmek için ne tür reformlar gerekiyor sizce?
Türkiye'de iki tane devlet var. Asker dahil bugün her kurumun içinde yeryüzünü bilen, işlerin artık böyle gidemeyeceğini, Türkiye manzarası böyle devam ederse başımıza büyük bela geleceğini gören ciddi kadrolar var. Yani bir yanda bu donanımlı, özgüvenli kadrolar var, diğer yanda da yerel kuralsızlıklarını, devleti kutsayarak sürdürmek isteyen İttihat Terakki zihniyetine sahip olan kesimler var. Devletteki bu iki kesim arasında büyük bir kavga yaşanıyor bugün. Eğer devletin içindeki bu değişimci kadroların gücüyle halkın büyüme ve özgürleşme talebi yan yana getirilip, AB süreciyle bir sinerji yaratılabilirse, demokrasiye geçiş hızlanabilir. Zaten Türkiye siyasal bir kriz yaşamıyor bugün. Türkiye tarihsel bir kriz yaşıyor.
Tarihsel kriz nedir?
Cumhuriyetin asker-sivil bürokrasisinin yapısıyla, gene bu cumhuriyetin AB'ye üye olmak isteyen gelişmiş yapısı uyuşmuyor. Tarihsel kriz bu noktada çıkıyor. Dünyayla ekonomik bütünleşmeye giden, AB'yle üyelik müzakeresine oturan bir yapıyla, askerlerin muhtıra verdiği, cumhurbaşkanını seçemeyen bir yapı bir arada yaşayamaz. Dilerim bu kırılma, demokratik bir usulluk içinde hallolur. Yoksa bedeli çok ağır olacak. Çünkü bu kırılma bir şekilde yaşanacak. Türkiye dünyanın tersine gidemez. Bunu denemek isteyenlerin bu ülkede yaşatacakları şeyler çok hazin olabilir. Bu tarihsel kriz, 24 Ocak kararlarıyla dünyanın ne olduğunu anlamaya başladığımızdan itibaren ivme kazandı ve Gümrük Birliği ve AB süreciyle hızlandı.
Bu sistemi, askeri anayasayı siyasiler niye değiştirmiyor peki?
Bu siyasetçilerin hepsi askeri bir sistemin ürünü... 12 Eylül darbecilerini yargılayamamış, böyle bir talebi bile dillendirmemiş, askeri mevzuatı değiştiremeyen, çift başlı yargıyı konuşamayan, hatta bugün 27 Nisan muhtırasıyla da hesaplaşmayı göze alamayan siyaset kurumunun, bir siyaset kurumu olarak kabul edilmesini haksızlık olarak telakki ediyorum. Eğer gerçek bir demokrasi istiyorsa, siyasetçinin yapacağı ilk iş siyasal sistemi dönüştürmektir, sivil bir anayasa yaparak askeri zihniyetin hukuki mevzuattaki dayanaklarını ayıklamaktır ve böylece ülkenin önünü açmaktır. Ama onların derdi askerlerin izin verdiği ölçüde koltuğa yanaşmadan ibaret kalıyor. Değişimin içeride kavgayı artıracağından ürküyorlar. Halbuki AB sürecinde zaten özü değişmeye başladı buranın.
Değişen nedir?
Türkiye'nin iki temel sosyal yapısı olan 'köylülük ve esnaflık' çözülüyor. Bir yanda tarımdaki gizli işsizler tarımı terk ediyor, diğer yanda da bir yerden alıp bir yere satmakla yetinen, katma değer üretemeyen esnaf çözülüyor. Türkiye, yavaş yavaş devletten geçinme ve siyaseten paylaşma sürecinden koparak, rekabet edemeyenin, katma değer üretemeyenin ayakta kalamayacağı bir noktaya doğru modernleşiyor. Mesela esnaf bakıyor ki, babadan kalma usullerle işler gitmiyor. O zaman modernleşip yeni duruma uyum sağlıyor. Bugün Türkiye'nin temel sorunu, bu modernleşme sürecinde tutunamayanların acılarının nasıl hafifletilebileceğinin, onlara istihdamda nasıl yardımcı olunacağının makro planlamasını yapmaktır. Çünkü AB sürecindeki Türkiye, Bizans'tan beri ilk kez üretim biçimi dönüşen bir ülke haline geliyor. Sanayi yapı değiştiriyor. İşte bütün bu üretimin kurallı, güvenli ve öngörülebilir bir şekilde, istikrarlı, sürekli ve özgürce yapılabilmesinin altyapısı demokrasidir. Buraya demokrasi ve hukuk gerekiyor.
Türkiye demokratik bir yönetime geçerse ülkenin parçalanacağı ve şeriata yuvarlanacağı iddia ediliyor. CHP'nin aldığı oylara bakarsak halkımızın yüzde 20'si de bu inancı paylaşıyor. Bunun mantıki bir zemini olması lazım. Bu inanç neye dayanıyor?
Fakir adam kolayca laik olamaz. Harcama kabiliyeti gelişmemiş birinden laiklik bekleyemezsiniz. Toplumun tuzu kurularıyla fakirleri arasındaki savaşın laik-şeriat ikileminde olması bundan ötürüdür. Eğer Siirt'in mezrasında yaşıyorsan ve yoksulsan, laik olmaktan ne gibi bir çıkarın olabilir ki? Harcama kabiliyeti ve özgür yaşama kültürü olanlar laik olur. Toplumun laikliği yaşayabilmesi için zenginleşmesi lazım. Laikliği samimiyetle isteyenler, bu toplumun zenginleşmesinin yollarını aramalı, bunu tartışmalı önce. Zenginleşmenin şartlarını sağlamaya çalışmadan sadece laiklikten söz etmek, laikliği bir 'siyasi çıkar' aracı olarak kullanmak anlamına gelir. Tabii bunları söylerken, yaratılan laiklik korkusunun pekişmesinde AK Parti'nin yaptığı çok ciddi hataların payını da görmek gerekir.
AKP ne gibi hatalar yaptı?
AKP, muhafazakârlaşma ve demokratikleşme çizgisini birbirine karıştıran hatalar yaptı. Oysa muhafazakârlaşmak başka bir şeydir, demokratikleşmek başka bir şeydir. Demokratikleşiyoruz adı altında, sen kendi tabanının kurallarını topluma zorlamaya başlarsan bu bir 'demokratikleşme', normalleşme olmaz. Bu, düpedüz baskıcı bir muhafazakârlaşma olur. AK Parti'nin orta sınıf kent kadınlarının korkularını ciddiye almadan hızlı yol alması mümkün değil. Bu kadınlar toplumun taşıyıcıları. İnsanlar yaşamın sinsice muhafazakârlaşmasından korkuyorlar. Bakın, 2002 genel seçimlerinden sonra dinci, şeriatçı bir parti geliyor diye herkesin ödü patlamıştı. Ak Parti samimiyetle AB sürecine sarıldı, çok önemli reformlar yaptı. Orta sınıf kent kadınları korkularının boşa çıktığını gördüler ve yerel seçimlerde AK Parti'yi desteklediler. Fakat AK Parti, AB sürecini yavaşlattı. Orta sınıf kadınları korkutacak garip sinyaller verdi. Nitekim Cumhuriyet mitinglerinde ortaya çıkanlar, Aleviler ve orta sınıf kent kadınlarıdır. AK Parti bu gerçeği yeni dönemde iyi değerlendirmeli. Bu iki kesime de uzak durdu.
Türkiye bir cumhurbaşkanlığı krizi yaşıyor. Ordunun ve halkın cumhurbaşkanı adayları arasında keskin çelişki var. Ordu niye Çankaya'ya bu kadar önem veriyor?
Cumhuriyetin çocukluk dönemine yapışmış, kuralsızlıklarını sürdürmek isteyen bir asker-sivil bürokrasi var burada. Kuraldışı bir iş yapıldığında hukukun gereklerini yapacak, kuralsızlığı cezalandıracak, demokrasiyi işletecek birinin Çankaya'ya gelmesi, bu yolun önünün açılması istenmiyor. Devlet elitinden olmayan birinin eline böyle bir imkânı vermekten çekiniyorlar. Aslında Çankaya kavgası, kural tanımayan asker-sivil bürokrasinin disipline edilmesini sağlayacak birinin devletin başına getirilip getirilmemesi kavgasıdır. Askerler, kuralsızlığa ses çıkarmayacak birinin Çankaya'da oturmasını istiyorlar. Eğer 'Askerin antidemokratik tavırları bir realitedir, uzlaşalım' diyorsan ve ona karşı açık veya örtülü bir muhalefetin geliştirilmesinden ürküyorsan, 27 Nisan muhtırası galip gelecek ve askerin sürekli müdahale imkânının önü açık tutulacak demektir bu. Oysa halk 22 Temmuz'da, askere 'Siz bu işlere karışmayın' mesajını verdi. Bu mesajın yerine getirilmesi lazım. Seçim sonuçları, halkın bu askeri müdahalenin izlerinin silinmesini istediğini açıkça gösterdi
CHP seçimlerden hezimetle çıkmasına rağmen gerginlik politikasını sürdürüyor. Amacı ne?
CHP gerginlik politikasından medet umuyor çünkü hayatı yeniden kurabilecek bir vizyonu, enerjisi yok. Ordunun sözcülüğünü yapıyor. Genelkurmay'la CHP genel merkezinin bildirileri karışsa, kimse bunu fark etmez.
AKP, 'Tabanımız PKK'yla aynı' diyen DTP'yi, bu seçimde Güneydoğu'da ciddi biçimde geriletti. Bu gelişmeyi neye bağlıyorsunuz?
Geriletti, çünkü Kürt siyaseti koltuk siyaseti yapmaya başladı. Halkıyla değil, sadece yönetimle ilgileniyor. Güneydoğu'nun büyük bir yoksulluk sorunu var. Ben hiçbir Kürt politikacısının ağzından bölgesel kalkınmayla ilgili tek satır duymadım. Ayrıca DTP yerel yönetimlerde iktidar ama yerel iktidar imkânlarını kendi halkı lehine kullanarak bir bölgesel ferahlama, ekonomik iyilik getirmedi. Sadece yönetime talip olan bir siyaset konuştu. Bu arada AK Parti ise bölgede bir kalkınma hareketi başlattı. Beldes ve Köydes diye iki proje uyguladı ve suyu ve yolu olmayan köylerin çoğuna su ve yol götürdü. Bu ekonomik ve sosyal uygulamaları izlemeyenler, AK Parti'nin neden seçimde bu kadar büyük başarı elde ettiğini anlayamıyorlar.
Peki... Sizce Türkiye demokrasiye hazır mı?
Türkiye çok uzun süredir değişiyor ve dönüşüyor. 24 Ocak kararlarıyla bürokrasinin Türkiye'nin egemeni olmaktan çıkarıldığı bir sürece girdik. Piyasa işlediği vakit o ülkede bürokrasinin hâkimiyeti biter zaten. Türkiye'de bir tarafta küreselleşen piyasa var. Diğer tarafta askeri bir vesayet sistemi var. Bunlardan biri tasfiye olacak. Bu yüzden Türkiye tarihsel bir kriz içinde zaten. Bu kadar siyasi bir ordu yeryüzünde yok. Toplumu da biz yöneteceğiz diyorlar ki, bu çok fazla bir iddia. Ayrıca kötü de yönetiyorlar.
Bu ülkede bir de siyasetçiler var. Onlar da yönetmiyor mu ülkeyi?
Ama askerler kuruyor bu yapıyı. Siyasetçiler de değiştirmiyor. Askerin sivili onlar. Burada gerçek siyasetçi yok. Bugün yeni seçilmiş parlamentoda 27 Nisan muhtırasıyla ilgili aleyhte görüş bildiren tek bir siyasetçi çıkmadı. Utanmadan uzlaşmadan bahsediyorlar şimdi. Peki Abdullah Gül aday olmasın. Ama Allah rızası için bir tek parlamenter de çıksın, demokrasilerde 27 Nisan muhtırasının olamayacağını söylesin. Bakın... AK Parti'nin yeni dönemde icraatının ölçüsü, bu siyasal rejimi anayasasıyla, siyasal partiler ve seçim kanunlarıyla, Meclis İç Tüzüğü'yle değiştirip değiştirmeyeceği olacak . Bunlar değişmeden, bu parlamento halkın parlamentosu haline gelmiyor. Halkın parlamentosu olmayınca da, bir üniformalının yazdığı bir elektronik mesajla cumhurbaşkanlığı seçimi çöküyor işte. AK Parti demokrasiden yana tavır alıp siyasal sistemi dönüştürecek mi, yoksa Turgut Özal'ın ikinci dönemi gibi işi idare mi edecek? Bunu çok çabuk anlayacağız.
Radikal
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.