MEDRESELER YENİDEN KURULUYOR

MEDRESELER YENİDEN KURULUYOR

Yasa TBMM'den geçti.

TBMM, 6 yeni vakıf üniversitesi kurulmasını öngören yasayı kabul etti. Bu üniversitelerden iki tanesi özellikle dikkat çekiciydi. Fatih Sultan Mehmet ve Bezm-i Alem üniversitelerini Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruyordu. Peki Vakıflar Genel Müdürlüğü, üniversite kurabilir mi? Bu yetkiye sahip mi? Bu üniversiteler yasalar delinerek mi kuruluyor? Bir dönemin medreseleri yeniden mi doğuyor?

ÜNİVERSİTE – MEDRESE AYRIMI

Medreselerin üniversitelere benzerlikleri öne sürülerek her iki kurumu aynı hukuki temelde ve aynı düzlemde düşünmek, anakronik bir hatadır. Öncelikle üniversitelerin Batıdaki gelişimine baktığımızda bu durum kolaylıkla görülecektir. Ortaçağ boyunca Avrupa’da, kiliselerin birer eğitim kurumu olarak faaliyetlerini sürdürdükleri bilinmektedir. Batıdaki bu durum bir bakıma Osmanlı’daki medreseye benzemektedir. Fakat zamanla ilk kapitalist örnekler batıda görülmeye başladıkça, kilise sadece dini eğitim veren birer kurum haline gelmiştir. Bilindiği üzere günümüzdeki anlamıyla ilk üniversite 11’nci yüz yılda İtalya’nın Bologna şehrinde kurulmuştur. Bunun sebebi, İtalya’da ilk kapitalistlik örnekler bu yüzyılda yaşanmış olmasından ileri gelmektedir. Akabinde batıda ticaret ve kapitalizm geliştikçe eğitim laikleşerek, kiliseden ayrılmış, özerkleşip, dünyevileşerek günümüz anlamında üniversite eğitimine dönüşmüştür. Gittikçe yoğunlaşan ticari kapitalizm bir yandan mali ve sanayi kapitalizmine dönüşürken, bir yandan da özerkleşen, özgürleşen ve laikleşen bir eğitimi yani üniversite eğitimini zorunlu kılmıştır. Üniversitelerle birlikte hukuk da laikleşmiştir. Osmanlı’da süreç bu şekilde işlememiştir. Belki başlangıçta kimi medreselerde pozitif bilimler okutulmuşsa da, yine de eğitimin merkezinde her zaman din öğretisi bulunmaktaydı. Osmanlı’da kanuni dönemine gelindiğinde artık medreselerde akli bilimler tamamen müfredattan çıkartılmış, nakli bilimler okutulmamaya devam edilmiştir. Böylece Osmanlı’da medrese skolâstiği denen süreç hızlanmıştır. Burada Osmanlı devletinde daha alt bir eğitim kurumu olarak nitelendirebileceğimiz, tekke ve zaviyeleri de belirtmekte fayda vardır. Yine tekke ve zaviyeler de medreseler gibi birer dini eğitim kurumlarıdır. Bu kurumların maksadı da dini öğretiyi nakletmekten ibarettir. Bu sebepten tüm medreseler birer cami veya mescit yanında inşa edilmişlerdir ve öğrencileri de tamamen erkeklerden oluşmaktadır.

Osmanlı Devleti’nde vakıflar sadece bir hayır kurumu değil aynı zamanda pek çok toplumsal ihtiyacı gideren önemli fonksiyonlara sahiplerdi. Yukarıda belirtilen eğitim faaliyetleri, mektep, medrese, tekke ve zaviyeler yine bir dini kurum olarak bu vakıflar aracılığı ile kurulmuşlardı. Vakfiyelerde eğitime ilişkin hükümler incelendiğinde konunun dini yönü dikkat çekicidir. Osmanlı medreselerinde Arapça ve dini konularda eğitim yapılırdı. Osmanlı’da vakıf kurucularının pek çoğunun okuma yazma bildiği bile şüphelidir. Bu sebepten bu yolla kurulan vakıfların pek çoğundaki medreselerdeki eğitim ve öğretim dini ilimlerle sınırlıdır. Vakfiyelerde akılcılıktan bilimden uzak pek çok düzenlemeler de mevcuttur. Örnek vermek gerekirse “müderrisin; tefsir fıkıh usul okutmasını bu dersi okutmayan müderrise alacağı maaşın haram olmasının” ya da “… asla felsefe okutulmamasının” vakfiyelerde şart koşulduğu görülmektedir. Hatta öyle vakfiyeler vardır ki, bu konuda fazla tafsilata gerek dahi görmeden dini eğitim için medrese yaptırdıklarını vakfiyesinde açıkça belirtmişlerdir.

Osmanlı devleti, yarı teokratik ve tüm kurumlarıyla bir ortaçağ devletidir. Bu gerçek gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla birer modern ve laik kurum olan günümüz üniversiteleri ile ortaçağdan kalma bir dini kurum olan medreselerin birbirlerinin devamıymış gibi düşünmek bilimsellikten uzak bir değerlendirme ve tarihin genel akışını inkâr etmek olur. Nitekim 03 Mart 1924 yılında Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkartıldığında, Şeriye ve Evkaf Vekâleti veya vakıflar tarafından idare edilen medrese ve mektepler ve bunlara tahsis edilen ödenekler Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir. Bu devrim yasası çıktıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na ait yeni okullarla aynı amacı paylaşması imkânsız olan medreselerin tamamı 1925 yılında kapatılmıştır. Cumhuriyet devrinde kurucu irade vakfiyelerdeki medrese hükümlerini değiştirip bu kurumları üniversiteye dönüştürmeyi hiç düşünmemiştir. Çünkü vakıf kaynağını şeriat hukukundan almaktadır. Vakıf kurulurken asıl amaç Allah’a yakın olmak onun rızasını almaktır. Bu bakımdan mazbut vakıflar Osmanlı hukukunun günümüzde bir devamıdır. İslam şeriatına göre kurulmuşlardır. Oysa üniversiteler birer laik kurumlardır. Laikliğin olmadığı yerde üniversite kurumundan bahsedilemez. Üniversite her yönüyle özerklik ve özgürlük demektir.

VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN ÜNİVERSİTE KURMA YETKİSİ YOK

Osmanlı devletinde vakıflar oldukça geniş bir faaliyet alanına sahiptir. Vakfiyelerde, sosyal hizmetlerden, eğitim ve sağlık hizmetlerine, dini ve askeri hizmetlere varana kadar pek çok amaçla vakıf kurulduğu görülmektedir. Vakıflar dönemin toplumsal ihtiyaçları için kurulan birer hayır ve hizmet kuruluşlarıdır. Osmanlıdaki fonksiyonu da budur. Diğer taraftan mazbut vakıfların günümüzde yöneticileri yoktur. Bu sebepten dolayı bu vakıfları günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü temsil etmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün görevi, en genel ifade ile mazbut vakıfların vakfiyelerinde belirtilen hayrî, sosyal, kültürel ve ekonomik şart ve hizmetleri yerine getirmektir. Bu görevler 5737 sayılı kanunun 36’ncı maddesinde tadat edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu vakfiyelerde belirtilen sosyal yardımları yapmakla, sanat ve eski eserlerin restorasyonu ile vakıf emlak ve paralarını değerlendirmekle görevlendirilmiştir. Vakfiyelerin günümüzdeki amaçlarına en uygun faaliyetler, Vakıflar Genel Müdürlüğünün sosyal yardım faaliyetleridir. Bunlar; vakıfların imaret hizmetleri, muhtaçlara ve âmâlara bağlanan maaşlar, vakıf hastanesinde yoksullara yönelik yapılan sağlık yardımları, vs. şeklinde sıralanabilir.

Genel olarak vakfiyeler incelendiğinde bu vakıfların sadece bir amaç için kurulmadığı, daha çok şeriat hukukundan kaynaklanan “kurbet kastı” saikıyla hareket edildiği, bir taraftan cami ve müştemilatının ya da medrese, tekke, zaviye gibi kurumların bakımı ve masraflarının karşılandığı, bir taraftan fakirlere yardım gayesinin güdüldüğü görülmektedir. Bu bakımdan mazbut vakıfları sadece eğitim, sadece sağlık, sadece dini, sadece hayri bir amaç gütmediği anlaşılmaktadır. Örneğin Fatih vakfiyesi tetkik edildiğinde, eğitimle ilgili bölümlerin 68 sayfalık vakfiyede sadece bir iki sayfada yer verilmiştir. Diğer mazbut vakıfların vakfiyeleri de bu şekilde çok amaçlıdır. Mazbut vakıfların vakfiyelerine cumhuriyet sonrasında ve anayasal rejimde sosyal politika enstrümanı işlevi verilmiştir. Mazbut vakıflar günümüzde bu hizmeti görmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu yönüyle sosyal devletin bir gereği olarak ve bunun bilincinde politikalar üretmeli ve vakfiyedeki hizmetleri bu şekilde yorumlamalıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü mazbut vakıfların vakfiyeleri değiştirmek yerine, bu vakıfların vakfiyelerinde belirtilen hizmetleri yürütmelidir. Mazbut Vakıfların vakfiyelerindeki amaçların çok yönlü ve çok amaçlı olduğu düşünüldüğünde vakfiyeleri değiştirmenin bir anlamı bulunmamaktadır.

Mevcut yasal çerçeve içerisinde konu incelendiğinde, söz konusu mazbut vakıfların hayri amaçları fiilen ve hukuken imkânsız değildir. Zamanın vakıf kurucuları vakfı kurarken ileride bir üniversite kurulmasını istemiş ve bunu düşünmüş olmaları da mümkün değildir. Vakıf malvarlığının tamamının bir üniversite için harcanması vakfın diğer amaçlarının yerine getirilememesi anlamına gelmektedir. Bu durum, üniversiteyi kuran vakıfların faaliyetlerine temelli olarak son verilmesi sonucunu doğurmaktadır. Mazbut vakıflar adına Vakıflar Genel Müdürlüğünün üniversite kurma yetkisi bulunmamaktadır. Gelinen nokta da kurulan iki üniversitenin de yasal ve anayasal dayanakları bulunmamaktadır.

Ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne üniversite kurabileceğine dair 5737 sayılı kanunda açıkça bir yetki verilmemiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğüne üniversite kurmak amacı ve görevi verilmiş olsaydı herhalde bu düzenleme 5737 sayılı kanunun kurumun görevlerinin neler olduğu belirtilen 36’ncı maddesinde belirtilmesi gerekirdi. Aynı kanunun 52’nci maddesinde Hayır Hizmetleri Daire Başkanlığının Görevleri bölümünde “Vakfiyelerde yazılı hayır şart ve hizmetleri yerine getirmek üzere her seviyeden eğitim-öğretim tesisleri, … açmak,” şeklindeki hükmün aynı kanunun 36’ncı maddesi karşısında herhangi bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır. Ayrıca bu hüküm gerekçe gösterilerek Üniversite de kurulamaz. Çünkü vakıflar genel müdürlüğünün yapacağı faaliyetlerin genel çerçevesi kanunun 36’ncı maddesinde çizilmiştir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü teşkilatının içindeki kimi birimler amaç ve görevlerini yürütürken 36’ncı madde kapsam ve çerçevesi dışına çıkamazlar. Mazbut Vakıfların vakfiyelerindeki hükümler anayasa ve kanunlara uyduğu ölçüde yerine getirilmelidir. Bu şekilde vakfiyeler değiştirilirse tüm mazbut vakıfların üniversite kurmasının önünde bir engel bulunmayacaktır. Çünkü her vakfın bir şekilde eğitim şartı, sağlık şartı bulunmaktadır. Bu gün iki üniversite kuran irade bir sonraki gün üç beş tane daha kurarsa, bu şekilde, vakıflar genel müdürlüğünde yoksullar için ayrılmış fonların zamanla azalarak zenginler için hizmet veren birer vakıf üniversitesine dönüşecektir.

Bu yasal düzenleme ile vakıf senetleri değiştiği için anayasanın hukuk devleti ilkesine, yoksul halk için ayrılan kaynakların zenginlere hizmet eden birer özel üniversiteye dönüştüğü için anayasanın sosyal devlet ilkesine, şeriat hükümlerine göre kurulan bu vakıfların medrese amaçları değiştirilerek üniversiteye dönüştürüldüğü için anayasanın laiklik ilkesine aykırılıklar bulunmaktadır.

Ayrıca bu kanun devletin temel amaç ve görevleriyle de bağdaşmamaktadır. Üniversite kuruluşu öncesi, Vakıflar Genel Müdürlüğünde vakfiye şartları çerçevesinde yoksulların hizmetinde genel olarak kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu için harcanan vakıf gelirleri, üniversite kurulduktan sonra ticari bir hüviyet kazanarak zenginlerin, parası olanların eğitim aldığı ticari bir kuruma dönüşecektir. Bu her halde yüz yıllarca önce bu vakıfları kuranların arzu ettikleri bir maksat olamaz.

ANAYASA'DAKİ ÜNİVERSİTE KURULUŞ HÜKÜMLERİ

Mazbut vakıfların tüzel kişilikleri üniversite kurma amacına uygun değildir. Anayasanın 130’ncu maddesindeki “vakıf” kavramı, Türk Medeni Kanunu göre kurulan vakıfları işaret etmektedir. Zira anayasada vakıfların üniversite kurmasına dair düzenleme, sonradan anayasa tadil edilerek sağlanmıştır. Anayasa bu şekilde tadil edildiği dönemde mazbut vakıfların tüzel kişilikleri bir kül halinde Vakıflar Genel Müdürlüğü tüzel kişiliği altında erimişlerdi. Dolayısıyla anayasa tadil edildiği dönemde Mazbut Vakıflar tarafından yükseköğretim kurumları kurulması düşünülemezdi. Yani Anayasa’da vakıfların yüksek öğretim kurumu kurabilmesine dair düzenlemede belirtilen vakıflar Türk Medeni Kanunu’na göre kurulu bulunan yeni vakıflardır. 5737 sayılı kanunla, sonrada Mazbut Vakıfların hukuki statülerinde yapılan kısmi değişiklikler, konu hakkındaki anayasal düzenlemelerin maksadını ve ruhunu değiştiremez.

FATİH'İN HANGİ VAKFİYESİ DEĞİŞTİRİLMİŞTİR

Vakıflar Kanunun 14’ncü maddesi gereğince vakfiyelerindeki şartların yerine getirilmesine fiilen veya hukuken imkân kalmaması halinde; vakfedenin iradesine aykırı olmamak kaydıyla mazbut vakıflar, genel müdürlüğün teklifiyle, vakıflar meclisi vakfiyelerindeki şartları değiştirebilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğünce mazbut vakıfların temsilcisi sıfatıyla üniversite kurulmasına Vakıflar Kanunu’ndaki 14’ncü madde dayanak gösterilmektedir. Bu maddenin iptali için CHP tarafından daha önce Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. 5737 Sayılı Kanunun 14’ncü maddesine göre vakfiyeler değiştirilmiştir. Burada vakfiyelerin gerçekliğine dikkat edilmelidir. Örneğin, değiştirilen vakfiyelerden biri Fatih Sultan Mehmet’in Vakfiyesi olduğu ileri sürülen 1470 (hicri 875 ) tarihli, vakıflar genel müdürlüğünün arşivinde saklı bulunan belgedir. Oysa Vakıflar Genel Müdürlüğünün Fatih Vakfiyesi olarak belirtilen ve arşivlerde bulunan vakfiye Fatihin ölümünden 88 yıl sonra yazılmıştır ve orijinal bir vakfiye değildir. Fatih Vakfiyesinin orijinali günümüze ulaşmamıştır. Orijinal vakfiyenin bir kopyası olduğu ileri sürülen asıl vakfiye arapçadır ve şuanda birer kopyası Türk- İslam Eserleri Müzesi ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün arşivinde muhafaza edilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki bir vakfiye değil, 370 sayfalık bir kitaptır. Hatta bundan dolayı olacak ki, belgeyi yazan muharririn kendisi bile bu belgeye vakfiye değil kitabı müstetab (iyi, güzel, ala ) demektedir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için Orhan Ergin’in Fatih İmareti Vakfiyesi isimli kitaba başvurulabilir. (Osman Ergin, Fatih İmareti Vakfiyesi, İstanbul Belediye Matbaası, 1945, s:29-34). Bu şartlar altında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin kurulmasına dayanak teşkil eden ve yukarıda belirtilen vakıflar meclisinin kararına istinaden tadil edilmiş olan vakfiye aslında Fatih’in vakfına ait olmadığından, üniversite kuruluş işlemlerinin mutlak butlanla malul olduğu değerlendirilmelidir.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.