Aşk ve Ayrılığa Dair...

Deniz Batu Ebinç

Kaçımız bir ilişkiye henüz başlarken ayrılığın da hesabını yapmışız ki ya da kaç kişi ne zaman ayrılırım diye hiç düşündü mü henüz başladığı bir ilişkiye…

Aksine birçoğumuz belki de olduğundan bile; daha zeki, daha güzel, daha iyi göstermeye çalıştı kendini… Daha da bir düzene soktu yaşamını, evini daha temiz ve düzenli bıraktı evden çıkarken, günlerdir gitmediği kuaförüne uğramayı düşündü belki de… Biraz daha güzel biraz daha düzene girdi hayatımız yeni aşkla beraber. Biz bile kendimizi daha çok sever olduk, sonra kendi kendimizi beğenmeye başladık, aşk bize mutlulukla, heyecanla, beraber birazda megalomanlık katmıştı.

Ve kendini beğenmişlik; günden güne artar… Herkese, her şeye sahip olmak ister nefsimiz!.. Çünkü sevilmişiz bir kere! Bir kişi bize çılgınlar gibi aşık olmuş, bizi sürekli mutlu ediyordur… Unutmuşuzdur çoktan; o eski, o sıkıcı, o yalnız geceleri ve günleri. Hayatımızı değiştirmiştir, aşk birden bire!.. Oysa hiç düşünmemiştik aşk: ayrılığın, ayrılmaz bir parçasıdır diye!

Aşk uzadıkça mutluluklar, fedakarlıklar, sıradanlaşmaya başlar. Sanki hiç yapılmamışmış gibi gelir insana… Oysa her gün yapılanlar, alışkanlıklar gibi olduğundan, bizim için didinen bizim için kimi zaman gözyaşı döken birinin varlığını hiç bilmemiş, hiç fark etmemişizdir; ama küçücük bir tatsızlığı hemen de fark edip hemen ayrılığı geçirmişizdir aklımızdan. Çünkü daha henüz doğarken kazandığımız yaşama hevesi ve keşfetme arzusu bitmiştir. Artık yeni keşiflere; yeni yaşama heveslerine bürünmüşüzdür. Gözlerimiz hep dışarda…

Hal böyle olunca çalmıştır artık kapıyı ayrılık, hatta aç ulan kapıyı ben geldim diye bağırmaya başlamıştır, ayrılık avaz avaz!..

Çaresizsin! Ya açacaksın o kapıyı adam gibi ya da kıracaktır ayrılık hem kapını hem de kafanı…

Öyle çok yazmak istiyorum ki bu konuda; öyle çok anlatmak öyle çok ağlamak istiyorum ki insanlarımızı düşününce! Hatta ben susayım, ben durayım da kalemim değil, klavyeme parmaklarımdan çok vurmak isteyen, gözyaşlarım yazsın istiyorum. Ama bazen de tüm bunlar geçip… Babasının bile ölümünü üç gün yasını tuttuktan sonra unutan, bir daha aklına getirmeyen, o üç günün sonunda ne bir Fatiha okuyup ne de babasının ona bıraktıklarından hayrına bir şeyler yapamayan insanlara ne yapabilirim ki diyorum. Babasını, ceddini unutana sen ne anlatabilir ne verebilirsin ki diyorum! Sonra aklıselim insanlarımız geliyor aklıma çok şükür hepimiz henüz bozulmadık deyip devam etmek istiyorum.

Ayrılık aşkın vazgeçilmez bir parçası dedik! Bunu birçoğumuz bile bile giriştik bu işe ve ayrılık gelince de sen git! Sen gelme, seni istemiyorum, onun gitmesini, onun bir başkasının koynuna girebilme ihtimalini düşünemiyorum, demek olur mu hiç!

İşte aşkın en can alıcı noktası burada başlar… Ne yapsak da ne kadar gururluyum, onurluyum desek de ne kadar seni sevmiyorum bitsin artık diye bağırsak da aslında kendimize bile itiraf etmeye korktuğumuz, bir başkasının düşüncesine yalan diye haykırdığımız şey; onun bir başkasının koynuna girme ihtimalini düşünmektir. Kıskançlığımız, bu aşka başlarken kazanmış olduğumuz ya da var olanı daha da geliştirdiğimiz megalomanlığımız ayrılığı kabullenmemize asla izin vermemektedir.

Bazı kendini bilmez erkekler; kapılarına gelen ayrılığı defetmeyen kadını dövmek, hatta öldürmek isterler. Çünkü bencillikleri o kadar çok gelişmiştir ki! Hazırcılık, her şeyin ayağına gelme isteği, herkesin onun hizmetinde bulunma dürtüsü, elindeki köleyi kaybetme korkusu, rahatının bozulacağı endişesi, kadını bağlamaya, birlikteliği şiddetle sürdürmeye çalışmasına neden olmuştur. Ve bunu yapan adi insanlar, birçok kere ‘kadını sevdiğinden değil, sırf kendi rahatı için’ kadın bir şekilde elinden kaçıp kurtulmuşsa eğer ilk fırsatta gidip kadının ayaklarına, dizlerine kapanırlar, geri dönsün diye saatlerce önünde timsah gözyaşları döküp yalvarırlar. Kadın döndükten üç gün sonra timsah yine gözünü açar ve aynı tas, aynı hamam; aynı eşek, aynı adam olurlar…

Ve güçsüze şiddet uygulayan, zorbalık yapan bu adamlar, bilmezler ki bir kişinin elinde bırakın bıçağı, bırakın silahı: sert bir cisim ile birinin üzerine yürümesi onu korkutmaya, sindirmeye çalışması halinde, o an gökteki tüm melekler ve Yüce Rabbim o kişiye lanet etmektedir.

Neyse yazımı burada sonlandırmak ve Herkesin kendisi için çalışmasını, herkesin kendisi için hazır lokma olmasını isteyen insanlar; Unutmasınlar ki! Herkes için hazır lokma olurlar, onlar hep hazır bir lokma yemeye gittikleri kapıda başkası için en az üç kere hazır lokma olurlar ve en güzeli de bu zihniyetteki kişiler hiçbir zaman bilmezler ki en güzel hazır lokmanın kendileri tarafından hazırlanmış olan sofralarındaki hazır ve helal olan lokmalarıdır, diyorum…

Bencillikten kurtulmayanın, kadere inanmayanın ve ayrılığı hiç tatmamış olanın; ne bu dünya da ne de başka dünyalarda ne sürekli bir huzuru ne de üstün bir başarısı olur… !denizbatu!