Kanadoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti başlangıçtaki ilkeler içersinde Atatürk milliyetçiliğine ve insan haklarına saygılı, laik, demokratik bir hukuk devletidir. Ne olursa olsun ister aba altından ister açıkça gösterilebilecek hiçbir sopaya pabuç bırakacak bir adam değilim” dedi.
Sabih Kanadoğlu, Balıkesir'in Bandırma İlçesi'nde, Atatürkçü Düşünce Derneği Şubesi'nce Barış Manço Kültür Merkezi'nde düzenlenen ‘Hukuk Devleti ve Yargı Bağımsızlığı’ konulu konferansta konuşmacı olarak katıldı. Kanadoğlu, Türkiye'de yargı bağımsızlığının zedelendiğini, kısıtlandığını ve belli bir amaçla belirli bir noktaya götürülmek istendiğini söyledi.
“Tek kişinin bütün Türkiye'ye istediğini yaptırılabildiği bir yer ortaya çıkıyorsa o takdirde yargı bağımsızlığı da tehlikededir. Hukuk devleti tehlikededir. Çağdaş demokrasi tehlikededir” diyen Kanadoğlu, bütün yurttaşların bu konularda uyanık olmalarının fayda sağlayacağını söyledi. Kanadoğlu şöyle devam etti:
“Altında nelerin yapılmak istendiği bunlardan Türk milletinin haberdar edilmediği iddiası her halde aksi kanıtlanamayacak bir iddia olarak ortada durmaktadır. Bugün bütün kurumlar sistemli bir yok edilme, yıpratılma saldırısı altındadır. Hele hele bulunduğumuz coğrafyada ve jeopolitik önem içersinde hele tek güvencemiz olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onun Genelkurmay Başkanı, ’Ben asimetrik bir saldırının altındayım’ diye milletine şikayette bulunuyorsa o zaman siz yurttaşların bu sese kulak vermenizde yarar var. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kendi elimizle yıpratmaya teşebbüs ediyorsak, o halde intihar etmenin başka bir yolu olmalıdır.”
‘TÜRKİYE’DE HESAP VERMEYECEK HİÇ BİR KİŞİ YOKTUR’
Bir soru üzerine Ergenekon Soruşturmasına da değinen Kanadoğlu, “Türkiye’de hesap vermeyecek hiçbir kişi yoktur. Bu en sade vatandaşından cumhurbaşkanına kadar en geçerli hükümdür. Elbette ki benim ifademe başvurulmak istenmesi gayet normaldir. Onun için o soruşturmanın ve davaların adını da koymaya gerek yok. Zaten mahkeme bu şekilde adlandırılmasını önlemiştir. Taşıdığı eksiklikler ve yanlışlıklar, her şey bir tarafa, elbette ki bende sadece bir Türk yurttaşı olarak istenildiği anda sorulan soruları cevaplamak zorundayım. 7 Ocak 2009 evimde tüm basına yaptığım açıklama, bana aba altından sopa göstermenin bir yarar sağlamayacağını her halde ortaya koydu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti başlangıçtaki ilkeler içersinde Atatürk milliyetçiliğine ve insan haklarına saygılı, laik, demokratik bir hukuk devletidir. Ne olursa olsun ister aba altından ister açıkça gösterilebilecek hiçbir sopaya pabuç bırakacak bir adam değilim” dedi.
‘SIFIRDAN ANAYASA YAPILAMAZ’
Yeni anayasa tartışmalarına da değinen Kanadoğlu, “Sıfırdan yeni baştan anayasa yapmak hakkı ne bugünkü TBMM’de ne bundan öncekinde nede sonrakinde zaten yoktur. Ne yaparlar bu siyasi iktidarlar? Bu iktidarlar zaten kurucu iktidar tarafından, asli iktidar tarafından yapılmış olan anayasalar üzerinde dokunulamayacak hüküm dışında istedikleri değişiklikleri yaparlar” diye konuştu. Kanadoğlu, şöyle devam etti:
“Yapılmak istenen değişiklikler eğer 3 maddenin değindiği noktalarda her hangi bir yıpratma, sulandırma, yok etme dışında hareket edilmiş ise o değişiklikleri her siyasi iktidar yapar. Bunun yapılmasının elbette ki gereği vardır. Çağdaş bir demokraside ileriye gitmek istiyorsanız, çağdaş olabilmeniz için yargı bağımsızlığını sağlamanız lazım. Anayasayla yönetmeyi sağlamak istiyorsanız, adını orada değil, bütün Türkiye’de yapılacak bir anayasa değişikliği için demokratik açılım olarak kullanabilirsiniz. Dikkat ederseniz anayasa değişikliğinin yöneldiği tek bir gaye var. O gayeyi sağlamak için bu ülkede YÖK başkanları ’hukuka da dolanırız’ diyor. Şimdi hukuku da dolanırsanız zaten eliniz kolunuz birbirine dolanacaktır. Bu dolanma, siz hiç aklınızdan çıkarmayın bir gün mutlaka görevinizi kötüye kullandığınız için sizin başınıza dolanacaktır. Bunun yargılaması yapılacaktır.”
‘HESAP ETMEDİKLERİ BİR HUSUS VAR’
Geçtiğimiz günlerde kurulan Demokrat Yargı Birliği’ne de değinen Kanadoğlu, şunları söyledi:
“Uzun bir mücadeleden sonra Yarsav’ı Dünya Hakimler Birliği ve sonra Avrupa Hakimler Birliği üyeliğe kabul etti. Şimdi yapılmak istenen zaten karşı çıkılan Yarsav’ın böylece başka kurulmuş olan birliklerle birlikte bütün o gücünden yoksun bırakmak arzusundan ileri gelmektedir. Ama hesap etmedikleri bir husus var. Bundan sonra 1-2 isterlerse 50 tane bu şekilde birlik yapsınlar, Dünya Hakimler Birliği’nin kabul ettiğinden başka bu ülkede hakim ve savcılar birliğini, o dünya hakimler birliğine kabul edilmesi olanağı yoktur. Adalet Bakanlığı’nın vesayeti altında hakimler ve savcılar birliği isteği var ama Avrupa ve Dünya Hakimler Birliğine anlatamazsınız. Çünkü Adalet Bakanlığı vesayeti altındaki bir birliği, Dünya ve Avrupa Hakimler Birlikleri zaten birlik olarak kabul etmemektedir. Elbette ki hakimlerimiz ve savcılarımız birlik kuracaktır. Çünkü Yarsav tüzüğünde mesleğin onurunu yükseltme gayesi vardır.”
‘DARBEYİ ÖNLEYECEK OLAN YİNE BU HALKIN TUTUMUDUR’
Geçici 15’inci maddenin kaldırılmak istenmesinin cesurane bir davranış olarak nitelendiren Kanadoğlu, “Geçici 15’inci maddeyi kaldıralım. Evren başta olmak üzere hepsini yargılayalım. Bu bana o tarihlerde soruldu. O zamanda söyledim. Bu anayasa yüzde 92 ile halkoyundan geçti. Bu sorumsuz kılan bir maddedir. Yani devlet bir defa af çıkardıktan sonra aradan 29 sene sonra ‘Ben senin için af çıkardım ama şimdi seni çağırıyorum. Gel seni yargılıyorum’ diyemez. Tıpkı aftan da ileri giden bir anayasa hükmü haline halk oylamasıyla gelmişse o aftan da ileri bir olaydır. Çünkü ne diyor orada? Ne cezai, ne hukuki ve mali sorumluluk kalmıştır. Devlet bir söz verir, o sözü yerine getirir ve olay orada biter. Ucuz kahramanlığa gerek yok. Siyasi partilerin elbette ki darbe faaliyetlerinde bulunmamaları gerekmektedir” dedi.
Her şeyden önce siyasi partilerin, siyasi demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olduğunu belirten kanadoğlu, şöyle devam etti:
“Elbette ki bu siyasi partiler yasalara ve anayasaya uygunluk dairesinde faaliyet gösterirler. Hiçbir darbe 27 Mayıs’ından başlayıp 12 Eylül’e kadar durup dururken, sadece devletin idaresine el koyarak, bir yönetme ihtirasıyla yapılmış değildir. Hiçbir darbeyi de tavsip etmek mümkün değildir. ’Keşke olmasaydı’ dediğimiz zaman ’26 Mayıs’ta ne durumdaydık?’ diye sormak ve doğru öğrenmek lazım. ’Niçin 12 Mart’ diyorsak ’Acaba 12 Mart bildirisinde nasıl bir durumdaydık?’, ’11 Eylül 1980’de ne durumdaydık?’ Darbeyi istemeyen herkesin her şeyden önce o darbeye yol açabilecek davranışlardan da kaçınması lazımdır. Bu sorumluluk ortaktır. Darbeyi önleyecek olan yine bu halkın darbeye karşı olan tutumudur. Genelkurmay başkanlığının her konuşmasında silahlı kuvvetlerin demokrasiye bağlılığını ifade etmeyen bir sözünün geçmediğini hatırlıyor musunuz? Bundan büyük teminat mı olur? Hala bu korku üzerine kendi siyasi çıkarlarını kurmak isteyenler, bu kullandıkları aracın kendilerine yaramayacağını çok net bir şekilde göreceklerdir.”