‘Kent’i anlamak için, ‘kent’in tarihine bir göz atmak lazım.
İnsanoğlu toplayıcılık ve avcılık aşamasını yaşarken, beslenme ve varlığını sürdürme imkânı bulduğu yerlere göç etmekteydi. Göçebe Türkler’in de at üzerinde uyuduklarına dair rivayetler vardır.
Orta Asya’daki soydaşlarımızdan Kırgızlar’ın ülkesine gidenler, hediyelik eşyalar arasında, Kırgız kültürünün önemli bir ögesi olan minik deri Kırgız çadırlarını mutlaka görmüş, belki de almışlardır.
Göçebe kültürler, kent kurmaz, çadırda yaşarlardı. Kırgızlar, bizim gibi batıya, Hazar yörelerine, Macar Ovaları’na, Anadolu’ya göç etmeyip, doğdukları topraklarda kalmışlar kuşkusuz.
Ancak, kentler de kurmalarına rağmen, çadır kültürü bir şekilde yaşamış. Anadolu’da Toros yörelerindeki göçerlerde de çadır kullanıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla binalardan ibaret kent, yerleşikliğe geçiş göstergesidir.
İnsanlık tarihinin yerleşikliğe geçişinde tarım devrimi rol oynadı. Tohumun tahıla, sebzeye, meyveye dönüşebildiğini idrak eden insanoğlu yerleşikliğe geçebildi. Ancak, uçsuz bucaksız tarım topraklarına yerleşimin ‘kent’i meydana getirdiğini ileri sürmek mümkün değildir. Kent ancak, ticaretle bağlantılı olarak doğmuştur. Diğer deyişle, modern anlamda kenti oluşturan, avcı ya da çiftçi değil, tüccardır, dokumacı, zanaatkar, sanatçıdır, velhasıl burjuvazidir.
Ortaçağ tarihine baktığımızda da bu gelişmenin basamaklarını görürüz. Ortaçağ, genel kabule göre Batı Roma İmparatorluğu’nun, Hz. İsa’nın doğumundan sonra yani M.S 395 yılında parçalanıp M.S. 476’da yıkılmasıyla başlamış ve Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u fethederek Doğu Roma İmparatorluğu’na son vermesiyle sona ermiştir.
Bu süre içinde Avrupa, kilisenin engizisyonu, veba, Haçlı Seferleri ile çalkalanırken, bilinenin aksine, Türkler, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan çok daha önce akın akın Ön Asya’ya gelip, paralı asker olarak savaşmışlardır.
Ortaçağ, Aydınlanma’nın doğuşuna da zemin hazırlamakla birlikte, bin yıllık bir kargaşa dönemidir ve bu dönemde Hristiyan Avrupa’da kralların gücü, lordlar tarafından paylaşılmıştır.
Her biri kendi toprakları ve adamlarıyla birer güç odağı olan Lordlar, etrafı surlarla çevrili olup, şatolarının da içinde bulunduğu Burg’larda, serflerle birlikte yaşamışlardır. Burg kapıları dışında, senyöre ait olup, serflerin ekip biçtiği tarım toprakları vardır.
Lordlar yani Senyörler ile maiyetlerindeki asker-çiftçiler diğer deyişle Serfler arasında, suzeren-vassal ilişkisi var olmuştur. Tam anlamıyla benzer olmamakla birlikte, ülkemizdeki Ağalık sistemine benzer bir ilişki sistemidir bu.
Savaşta asker, sair zamanda çiftçi olan serfler, köle olmamakla birlikte, senyöre sadakatla borçludurlar. Lord da onları korumakla mükelleftir.
Gel zaman, git zaman Haçlı Seferleri ve diğer savaşlar lordları zayıflatır. Amerika kıtası da keşfedilmiştir bu arada. Dünya değişmektedir. Serfleri besleyecek güçleri kalmamıştır. Serfler Burg (bourg:kasaba) dışına çıkıp, ufak ufak ticarete başlarlar ve burjuvazi (bourgeois) böyle doğar.
Marx’in alabildiğine eleştirdiği burjuvazi, 1789’da Fransız İhtilali’ni gerçekleştiren ve Yeni çağı kapatıp, Yakınçağı açan devrimci sınıftır aslında…
Aristokrasiyle arasındaki eşitsizliğe karşı, ‘Liberte, egalite, fraternite!: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik!’ ister.
Dinde Reform’u yani ‘yeniden şekillendirme’yi, bilim ve sanatta Rönesans’ı yani ‘yeniden doğuşu’ yaşayan Avrupa, 15. ve 18. Yüzyıllar arasına damgasını vuran Merkantilizm yani Ticaret Kapitalizmi ile elde ettiği sermaye birikimini de bu gelişmelere ekleyince, Sanayi kapitalizmi aşamasına geçmiş ve dünyanın geri kalanına fark atmıştır.
Kendi kendine yeterli kapalı ekonomiden, işbölümü ve uzmanlaşmanın olduğu, mal ve hizmetlerin takas edildiği ve/veya para ile satın alındığı ekonomiye geçilmesi, insanların yüz yüze iletişimini ve bir arada oluşunu gerektirmiştir. Kentlerin doğuş gerekçesi budur.
Zanaat ve ticaretle uğraşan insanların yerleşikliğe geçişiyle birlikte ortaya çıkan kentler, sanayileşmeyle ve kentlere yakın yerlerde fabrikaların kurulmasıyla birlikte şeklen değişikliğe uğramıştır.
Bu durum, ülkemizde, toprağını bırakıp, büyük kentlere ve özellikle İstanbul’a göç edenlerin, kent merkezi dışında gecekondu mahalleleri kurmalarıyla tezahür etmiştir. Yeni kentlilere oy karşılığı tapu dağıtan belediyeler, kentlerin büyümesiyle ve kenar semtlerdeki gecekondu mahallerinin şehrin merkezine yakın yerler haline gelmesiyle birlikte, büyük bir rantın doğmasına da yol açmışlardır. İstanbul’un Anadolu yakasındaki Fikirtepe, gökdelenleriyle, böyle bir olaya sahne olmuş gibi durmaktadır.
Görsel göstergeler, okumasını bilenler için neler anlatır, neler! Siyasal iktidar da oradadır, yerel yönetim de…
Bir kentteki binaların görünümü ve düzeni, cadde ve sokakların darlığı genişliği, trafiğin durumu, denizlerin doldurulup doldurulmamış oluşu…
O da bir sonraki yazıya sevgili Şişli Halkı !
Corona ve her tür hastalıktan uzak, esen kalın.