Hürriyet Gazetesi Soner Yalçın'ı köşe yazısı...
Son dönemlerde, televizyon ünlüleri "kokain álemi"nde yakalanıyor. Türklerin kokainle tanışması ne zaman, nasıl oldu? Osmanlı döneminde burundan çekilen bir tür uyuşturucu olan enfiye, serbestti.
Esrar içilen kahvehaneler vardı. Ama kokain bilinmezdi. Kokaini Türklere, Bolşevik Devrimi’nden kaçan Beyaz Rusların alıştırdığı iddia ediliyor. İşte Beyaz Rus bir dansözün kokainle tanıştırdığı dönemin ünlü sanatçısı Ferdi Tayfur ve kendisi gibi sanatçı olan eşi Melek Kobra’nın hazin hikáyesi.
YIL 1933.
Gülriz Sururi üç yaşındaydı. Ve annesi Suzan’a ilişkin unutamadığı bir kare resim vardı hayatında:
"Kadıköy’de, iskeleyle Moda arasında dar sokaklardan birinde küçük bir ev hatırlıyorum. İlk anılarım olacak bunlar. Evde annem, sarı uzun saçları çözülmüş yatakta. Ben koynundayım. Karşısında, divanda Melek Teyzem. Annemin evde gördüğüm tek arkadaşı o. Annem ile Melek Teyzem, ayaklarını havaya kaldırıp çıplak bacaklarını seyrediyorlar. Ayaklarına bakıyor, kıkır kıkır gülüyorlar. Annem beni bir öpücüklere boğuyor, bir Melek Teyzemin kucağına top gibi atıyor. Ben de gülüyorum. Çok seviyorum annemi, beni öpen Melek Teyze’yi..."
İstanbulluların, Yıldız Sineması’nın kapısında kuyruklar oluşturduğu Ayşe Opereti’nde, "Ayşe"yi Gülriz Sururi’nin annesi Suzan; "Neşe"yi ise Melek Teyzesi oynuyordu. Suzan ve Melek iki arkadaş değil kardeştiler sanki.
Ancak...
Bu mutluluk kısa sürdü.
Primadonna Suzan Lütfullah, o yıl safrakesesinin patlaması sonucu hayata veda etti. Daha 23’üne yeni basmıştı.
Elinden tutup tiyatroyla, dansla ve eşi Lütfullah (Sururi) ile tanıştırdığı yakın arkadaşının ölümü, Melek’i derinden etkiledi. Günlerce kendine gelemedi. Çareyi babası, devrin ünlü bestekárı Muhlis Sabahattin’de (Ezgi) buldu.
SİNEMA İLE GELEN AŞK
Muhlis Sabahattin Ezgi, o yıllarda sadece operetlere değil, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği filmlere de müzik yapmaya başlamıştı. Melek’i, Muhsin Ertuğrul’un yönettiği ve Názım Hikmet’in senaryosunu yazdığı "Söz Bir Allah Bir" filminin kadrosuna aldırdı.
Melek, oyunculuğu ve güzelliğiyle dikkat çekti hemen. Sinemaya parıltı getirmişti. Zaten daha önceki yıllar güzellik yarışmalarına katılmıştı. Dereceye girememişti ama kuzeni Keriman Halis bırakın Türkiye’yi, dünya güzeli seçilmişti.
İlk filminde başarılı olan Melek’e aynı yıl yine sinema oyunculuğu teklifi geldi. Yönetmen ve senarist aynıydı; Muhlis Ertuğrul ve Názım Hikmet. Filmin adı "Milyon Avcıları" idi.
Ve bu film, Melek’in hayatını değiştirdi. Filmin kadrosunda bulunan ve Valentino’ya benzeyen Ferdi Tayfur’a áşık oldu.
FERDİ TAYFUR
Ferdi Tayfur, 1904 yılında Çanakkale’de doğdu. Babası Boğazlar Komutanı Miralay Hüseyin Tayfur; annesi ise aslen Alman olup Müslümanlığı kabul etmiş Aliye Hanım’dı. Miralay Hüseyin Tayfur, Osmanlı Ordusu’na top almak için gittiği Almanya’daki bir baloda tanışmıştı Aliye Hanım ile...
Üç çocukları oldu: Hayri, Ferdi ve Adalet (Cimcoz).
Ferdi Tayfur, Askeri Rüşdiye öğrencisi iken 1916 yılında annesinin memleketine gitti. 1924 yılına kadar Berlin’de kaldı. Parasızlık nedeniyle mühendislik öğrenimi yarıda bırakıp Türkiye’ye döndü. Şark Demiryolları’nda memur olarak işe başladı. Maceracı bir ruhu vardı. Sürekli iş değiştirdi. Varna’da bir gemide tayfalık yaptı. Sofya’da dolandırıldı! İstanbul’da sinema artisti oldu. Ve film çekimi sırasında karşılaştığı Melek’e vuruldu.
EVLENİYORLAR
Aynı yıl evlendiler.
Çok mutluydular. Birbirlerinden hiç kopmuyorlardı. Ferdi Tayfur, eşinden ayrılmamak için kayınpederi Muhlis Sabahattin’in yazdığı bir oyunla, oyuncu olarak turneye bile çıktı. İstanbul davetlerinin vazgeçilmiş iki siması oldular. Gösterişli bir hayatları vardı. Kız kardeşi Adalet Cimcoz da onlardan bir yıl önce dönemin ünlü avukatı Mehmet Ali Cimcoz ile evlenmişti. İki çift çok eğleniyorlardı.
Ama... Bazen...
Ferdi Tayfur çok enerjik oluyordu. Uyumuyordu. Yemek yemiyordu. İçki içiyor ama sarhoş olmuyordu.
Bir süre sonra aynı durumlar Melek’te de görülmeye başladı.
Mesele anlaşıldı:
Ferdi Tayfur evlenmeden önce Beyaz Rus bir dansöz kadın sayesinde kokainle tanışmıştı. Ve zamanla eşi Melek’i de bu yalancı dünyaya çekmişti.
Karı koca kokainmandılar!
NÁZIM HİKMET YASASI
İlginçtir, bugün film ve dizi sektöründe parasını peşin alanlar sadece dublaj sanatçılarıdır. Bir gün merak ettim, sordum: "Neden dublaj sanatçıları paralarını peşin alıyorlar?"
Öğrendim:
1930’lu yıllarda, yabancı filmleri, Mahmut Moral yönetimindeki Darülbedayi/İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçıları seslendiriyordu.
Zamanla sanatçıların konuşmaları doğal gelmemeye başladı. Dublaj yönetimi, o dönemde İpekçiler’in İpek Filmi ile yakın ilişkide olan Názım Hikmet’e görev verdi. Tük dublaj sanatının rönesansını başlatan Názım Hikmet’in bir şartı vardır: Dublaj yapanlar paralarını peşin alacak!
"Názım Hikmet Yasası" bugün hálá geçerlidir!
Názım Hikmet çeşitli meslekten kişileri dublaj sanatçısı yaptı.
Bunlardan ikisi de Ferdi Tayfur ve eşi Melek’ti. Evde hep dublajdan söz ediyorlardı. İlginç ses tonu ve kendine özgü vurgularıyla Ferdi Tayfur kısa sürede "dublaj kralı" oldu.
Melek’in ilk dublaj yaptığı film, "Doktor Moro’nun Adası"ydı.
İkinci filmi, "King Kong"du. "Fay Fray"i seslendirecekti. Hastalandı. Ferdi Tayfur, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde mütercim olarak çalışan kız kardeşi Adalet Cimcoz’u önerdi.
Ve bu rastlantı, Türk sinemasının en usta dublaj sanatçılarından birinin doğmasına neden oldu.
BİR NEFES 25 KURUŞ
Melek ve Ferdi Tayfur çok çalışıyorlardı. Işıksız loş odalarda, sabah dokuzda başlayıp akşam saatlerine kadar süren dublaj onları çok yoruyordu. Canlılığı ve neşeyi sadece kokainde buluyorlardı. Kokainin dozajı her geçen gün artıyordu. Bazen iş yapamaz hale geliyorlardı.
Aldatıcı ve alçaltıcı bir hayata koşar adım gidiyorlardı.
Adalet Cimcoz, bu işe el koydu. Ama ne yaparsa yapsın ikisini de kurtaramadı. Öyle ki, bazen kendisine gelsin diye ağabeyini arkadaşlarıyla Tophane’ye gönderiyordu. Buradaki izbe yerlerde, bakır kaplara konmuş kokainin bir nefesi 25 kuruştu!
Sadece köhnemiş yerlerde değil, Beyoğlu’nun Petrograd Pastanesi’nin üst katının küçük iki odasında kokain álemleri yapılıyordu.
Kokain İstanbul’a yayılıyordu...
VE ÖLÜM
Kokaine para yetmiyordu.
Áşık çiftin arasına uyuşturucu parası girdi.
Ve bir de bu hayatın getirdiği yasak ilişkiler...
Melek’in Şekerci Hacı Bekir’le yakınlığı Ferdi Tayfur’u çıldırttı. Her gün kavga ediyorlardı. Boşandılar.
Ayrı evlerde, ayrı odalarda uyuşturucu kullanmaya devam ettiler.
Yetenekleri körelmekteydi...
Sinema teklifleri de seyrekleşmişti.
Melek, babasının Ozan Opereti’nde görev aldı. Sonra, Darülbedayi kadrosuna alındı. 20 Mart 1937’de sahnede, "Kral Lear"ın kızı "Regan" rolünü oynarken ağzından kan geldi. Veremdi.
Uyuşturucu vücudunu yok etmişti; 6 Aralık 1939’ta hayata gözlerini kapattı.
"Lorel-Hardy"yi tek başına özgün sesiyle seslendiren Ferdi Tayfur, zamanla eroine de bulaştı. Onun da ömrü uzun olmadı. Uyuşturucu tedavisi gördüğü Bakırköy’de, 21 Mart 1958’de yaşama veda etti.
Bakırköy’de uyuşturucudan ölen tek sanatçı Ferdi Tayfur değildi...
’NEREDEN SEVDİM O ZALİM KADINI’
Eroin bağımlılığı, Afife Jale-Selahattin Pınar evliliğini nasıl yok etti? Ünlü bestekár Selahattin Pınar’ın, büyük aşk yaşadığı eşi, sahnelere çıkan ilk Türk sanatçı Afife Jale için bestelediği bu şarkının trajik hikáyesi.
İKİSİ de 1902 İstanbul doğumluydu.
İkisi de ailelerinin karşı çıkmasına rağmen, evlerini terk edip; yaşam biçimi, kurtuluş alanı olarak gördükleri sanatı seçtiler.
Afife, İstanbul Kız Sanayi Mektebi’nde okuyordu. Osmanlı’da Türk ve Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaktı. O, yine de 1918 yılında "Jale" adıyla Darülbedayi’ye başvurdu. Kabul edildi. Ailesi bunu duyunca sert tepki gösterdi. Babası kızına "Fahişe mi olacaksın" diye bağırınca evi terk etti.
Afife Jale, Darülbedayi’de stajyer oyuncu kadrosuna alındı.
Yeniden doğmuştu; anne-babası, kulis ve sahneydi.
1919’da Hüseyin Suat’ın "Yamalar" adlı oyununda, "Emel" rolünü oynayacak Eliza Binemeciyan’ın Paris’e gitmesiyle şans ona güldü.
Böylelikle Afife Jale, Kadıköy’deki Apollon Sineması’nda sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını oldu.
Ancak bir Türk kızının sahneye çıkması ortalığı ayağa kaldırdı. Afife Jale hep direndi. Ama Darülbedayi yöneticileri onu tiyatronun kadrosundan çıkarmak zorunda kaldılar.
UYUŞTURUCUYA BAŞLIYOR
Tiyatrosuz kalması Afife Jale’yi sarstı. Kaçışı haplarda ve uyuşturucuda aramaya başladı.
Hap, esrar, zamanla yerini eroine bıraktı.
Bu arada sahneye çıkmak için elinden gelen çabayı gösterdi.
Adını değiştirdi. Çeşitli kumpanyalar ile Anadolu’ya gitti. Karşısına zorluklar çıkarıldı. Kurtuluşu hep uyuşturucuda aradı.
1923’ten sonra Türk kadınları Atatürk’ün emriyle sahneye çıkmaya başladı.
Afife Jale mutluydu. Artık kötü günlerin geride kaldığını düşünüyordu.
Ama o uyuşturucuyu bırakmak istiyor; bu kez uyuşturucu onu bırakmıyordu! Sağlığı bozuldu. Sahnede ayakta duramıyordu. Tiyatroya veda etmek zorunda kaldı.
İşte o zor günlerinde Kuşdili Çayırı’nda, Hafız Burhan’ın konserinde sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar’la karşılaştı.
ÇALGICI DEĞİL SANATKÁR
Selahattin, babası Denizli Milletvekili Sadık Bey’in iyi bir öğrenim görmesi için gönderdiği İtalyan Ticaret Okulu’nu yarıda bırakmıştı.
12 yaşında ut, 17 yaşında tambur çalmayı öğrenmişti.
Babasının sürekli "Benim oğlum çalgıcı olacak" şeklindeki "aşağılamalarına" dayanamayıp bir gün, "Hayır sanatkár olacak" deyince evde kavga çıkmış ve babasının üzerine yürümesi sonucu evi terk etmişti.
Yeni evi; daha sonra "Üsküdar Musiki Cemiyeti" adını alacak olan "Darü’l-Feyz-i Mûsıki"ydi. Anne-babası musikiydi. Musiki üstatlarından dersler aldı. Bestekár oldu. Ünlü sanatçıların kadrolarında yer almaya başladı.
İLK GÖRÜŞTE AŞK
Afife Jale, "Türk müziğinin aristokratı" Selahattin Pınar’ın naifliğinden, kibarlığından, temiz giyiminden, güzel ve esprili konuşmasından etkilendi. Duyguları karşılıksız değildi.
Evlendiler.
Fatih Camii’nin karşısındaki bir apartman dairesine yerleştiler.
27 yaşındaydılar ama çocuk gibiydiler. Evde saklambaç oynuyorlardı. Ut, tambur tınısı, şarkılar, şiirler evlerinden hiç eksik olmuyordu.
Fakat, mutluluk kısa sürdü.
Çünkü... Afife Jale bazen odasına kapanıyor, saatlerce çıkmıyordu.
Selahattin Pınar, bir gün kapının anahtar deliğinden içeriye baktı.
Afife Jale koluna eroin şırınga ediyordu!
Uyuşturucu bulmak için bir eczacıyla da ilişki kurmuştu!
Selahattin Pınar karısına áşıktı. Her tutkulu insan gibi kendini aldattı. Afife Jale’yi kurtarmak isterken uyuşturucu bataklığına saplandı.
Afife Jale, eşinin daha kötü bir hale gelmemesi için ona yalvardı: "Ne olur boşa beni, terk et beni."
Selahattin Pınar hiç yanaşmadı ayrılığa. Afife Jale hep zorladı.
Ve 1935’te boşandılar.
Selahattin Pınar aşkını hiç unutamadı. Karşılıksız aşkı ve ayrılık acısını anlatan unutulmaz bestelerini bu dönemde yaptı: "Nereden sevdim o zalim kadını"; "anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek"; "huysuz ve tatlı kadın"...
VE ÖLÜM
Korkusuz kadın Afife Jale, sokaklarda beş parasız intihar etmek ister gibi yaşadı.
Darülbedayi’deki dostlarının yardımıyla, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne yatırıldı. 1941 yılının 24 Temmuz günü öldü.
Cenazesinde dört kişi vardı; onlar da tabutu taşımak için gelmişlerdi.
Zamanla mezar yeri bile kayboldu.
Ama o silinmedi. Efsane oldu. Artık biliniyor ki; o, Türk kadınının sahneye çıkması için kendi hayatını feda etmişti.
Selahattin Pınar, Afife Jale’nin ölümüyle yıkıldı. Daha da içine kapandı. Ardı ardına besteler yaptı. "Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım"...
6 Şubat 1960’ta Todori’nin Meyhanesi’nde ölene kadar Afife Jale’yi unutamadı.