15 Aralık 1989.
3 Eylül 2007.
İşte Metin Yalman'ın Çankaya yılları.
"Yukarı çıktığı zaman" aramıştı:
Ne olur birbirimizden kopmayalım.
"Çankaya'dan inince" yine aradı:
Ne olur kopmayalım.
Tasvir'de başlamıştı gazeteciliğe.
Sonra "Vatan, sonra Yeni İstanbul.
Sonra Dünya, sonra Hürriyet.
Yıllarca "beraber koştuk biz Meclis koridorlarında, Başbakanlık yollarında, Çankaya yokuşlarında, seçim meydanlarında."
* * *
1973'te Ankara'dan uzaklaştı.
Mesleği "başka bir kanalda" sürdürmeye başladı.
Önce Almanya'da, sonra Yunanistan'da "basın ataşeliği."
Ardından "merkeze" Turizm Bakanlığı'na dönüş.
Ve bir gün Başbakan Özal çağırdı:
- Metin benimle çalışacaksın.
- Emredersiniz efendim... Ama...
- Ne demek ama?.. Bir sorun mu var?
- Sayın Başbakanım, ben ANAP'lı değilim de.
Turgut bey kahkahayı bastı:
- Daha iyi ya... Seninle ilgili yeterince bilgim var... Artık yanımda olacaksın.
Turgut Özal Çankaya'ya çıkınca, Metin Başbakanlık'ta kaldı.
Bir süre geçince Özal yine aradı:
- Metin seni Çankaya'ya alıyorum.
- Emredersiniz sayın Cumhurbaşkanım.
Özal'la, Demirel'le, Ahmet Necdet Sezer'le çalıştı.
3 Eylül 2007'de de "elveda Çankaya" dedi.
Yıllar sonra "aramıza hoş geldin Metin Yalman."
Ahmet Necdet Sezer: "Bak kardeşim yazmışlar"
Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı seçilip de göreve başlayınca...
Teker teker "personelle" tanışır.
"Sıra" Metin Yalman'a gelir.
Yalman "kendini tanıtıp, yaptığı işi anlatır" ve...
- Sayın Cumhurbaşkanım, her an görevden ayrılabilirim... Takdirlerinize arz ederim.
- Hayır... Görevinize devam ediniz.
Metin Yalman:
- Sayın Sezer çok kibar insan... Ne zaman odasına girsem ayağa kalkardı... Odasından çıkarken kapıya kadar uğurlardı... Ve sık sık da sorardı: Eşiniz nasıl, çocuklarınız nasıl?
- Ya medya konusu?
- Biliyorsun, mesafeliydi... Hiç demeç vermedi... Gazeteleri eksiksiz okurdu.
- Eleştirilere ne derdi?
- Pek renk vermezdi... Şunu söylerdi: Bak kardeşim yazmışlar.
Basına kızmayan adam: Süleyman Demirel
Metin Yalman ceketini ilikleyip "huzura" varmış:
- Efendim yüksek müsaadenizle ben ayrılmak istiyorum.
Demirel "hele önce şuraya bir otur" demiş.
Çay söylemiş.
Sonra da:
- Nereye gidiyorsun kardeşim?.. Git işinin başına... Otur oturduğun yerde... Daha önce ne yapıyorsan, aynısını yapmaya devam et.
- Demirel eşimi, çocuklarımı isim isim bilirdi... Sık sık ailemi sorardı... Bir gün dedi ki: Kızının nikah şahidi ben olacağım.
- Çok ilginç... Hiç kızmazdı... Gazetede eleştiri çıkar... Bazen eleştiri boyutunu aşar, neredeyse sayın Cumhurbaşkanı'na hakaret ölçüsünde... Bakardım, hiç renk vermezdi.
- Kızdığında ne derdi?
- Derdi ki... Onlar gazeteci... Onların da işi bu.
Bazen gece saat 02.30'da çağırdığı olurdu.
Yine bir gece uykusu kaçmış, beni çağırdı:
- Metin golf oynayacağız.
- Bu saatte mi sayın Cumhurbaşkanım?.. Ben golf bilmem ki... Hem nerede oynayacağız.
Kahkahayı bastı:
- Bilgisayarda oynayacağız.
Bu sırada önünde kuru ekmek vardı.
Hem oynuyor hem de ekmek yiyordu.
Bir ara ekmeğin içinden bir parça kopardı:
- Al sen de ye.
Çankaya Köşkü'ne gazetelerin taşra baskıları geliyor.
Yine okumuş, gece beni çağırdı.
Kızgındı, küplere binmişti, gazeteyi gösterdi:
- Al, bak, ne yazmışlar gör.
Gazetenin manşeti "Özal yurtdışına kaçacak" şeklindeydi.
Turgut Özal'ı hiç bu kadar sinirli görmemiştim.
Bağırdı:
- Ben vatanımdan ne diye kaçayım?
Bir akşam Ertuğrul Özkök aradı.
Turgut bey bana "Metin, telefonun paralelini aç, konuşmamızı dinle" dedi.
Ertesi gün Ertuğrul Özkök bana telefon etti:
- Metin, dün gece senin patronla konuştum.
- Biliyorum.
- Ama uzun konuştum... Şunları.....
- Hepsini biliyorum... Kelimesi kelimesine.
- Nasıl olur?
- Turgut bey paralelden bana dinletti.
SABAH