Bir Cumartesi günü
Güneş büyüklüğüne yakışır bir asaletle bugün de gitmeye hazırlanıyor.
İnsanlarda bir koşuşturmaca…Otobüse, vapura, sinemaya, eve, çay bahçesindeki boş sandalyeye… Güneş gidiyor diye mi, yan dükkânda çalan müziğin ritmine uymak için mi, yoksa hayata yetişmek adına mı?
Hayat alışıldık şekilde akıyor Kadıköy Meydanı’nda.
Sonra…
Usuldan bir ses ulaşıyor kulaklara. Etraftaki büyük adımlar yavaşlıyor.
“Hey! Bak, orada bir şeyler var, herkes oraya gidiyor. Hadi, biz de bakalım” diyor biri diğerine.
Ey âşıklar, gelin bakın,
gelin bakın, ey iş erleri.
Gelin de bizi görün işte.
Bakın nasıl yıldızlar gibi ateş kesilmişiz,
ayın yöresinde bütün gece nasıl oynayıp dönmeye koyulmuşuz.
Güneşimiz gideli ortaya nasıl çıkmışız işte bakın.
Bakın nasıl anadan doğma çırılçıplak olmuşuz,
nasıl başıboş olmuşuz bakın. (Mevlana Celaleddin Rumi)
Hayatın koşuşturmasına inat, huzura dönen semazenler var, tam da meydanın orta yerinde.
-Buyurun, oturarak izleyin programımızı.
- Şey… Evet çok ilginç. Ben müzisyenim ama açık konuşmak gerekirse bu müzik beni boğuyor. Bizim tarihimizde var elbet semâ. Zaten bende ilahi albümleri de var. Müzisyen olduğum için her türlü şeyi takip ediyorum. Dediğim gibi yanlış anlamayın sakın ama uyutur bu adamı.(Gülüşmeler.) Biz iki dakika bakalım, kaçalım.
Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben,
Ben hem benimim, hem de senin, sen de benim,
Bir öyle garip hâle bugün geldim ki
Sen ben misin, bilmiyorum, ben mi senim. (Mevlana Celaleddin Rumi)
Ve program sona erer. “Oh be! Ruhum dinlendi” der müzisyen olan.
- Bir daha ki etkinlik nerde?
- 18 Ağustos’ta Beşiktaş Meydanı’nda 25’in de ise Sultanahmet Meydanı’nda.
Semazenler ayrılır, yüzlerce kişi ağır adımlarla uzaklaşır.
Ruhlarda ve dillerde şu nakarat kalır “Semâ safa, cana şifa, ruha gıdadır.”