Her semtin adında bir hikâye yatar demiştik. Ama o isimlere öylesine alışırız ki ismin kaynağı, nereden geldiği, hikayesi kimsenin aklına bile gelmez.
Bugüne kadar yazılarımda her semte isim veren bir hikâyeyi kaleme almıştım. Bugün de sırada geçmişini ve hikayelerini yazarların kitaplarından bulabildiğim Şişli’nin kendisine has bir yaşantısı olan semti Dolapdere var.
Taksim, Pangaltı, Kurtuluş, Kasımpaşa semtlerinin arasına sıkışmış bir semt olan Dolapdere gecesi ayrı, gündüzü ayrı bir yaşam tarzı sergiliyor.
Bir kısmı Şişli’nin sınırları içinde kalırken, diğer bir kısmı da Beyoğlu’na bağlanan uzunca bir yoldur Dolapdere. Yani ikiye bölünmüş bir semt diyebiliriz onun için.
Eremya Çelebi Kömürciyan İstanbul’un tarihini anlattığı kitabında, bir zamanlar Dolapdere’nin tamamen bakir, hiç el değmemiş sadece mezarlıkların olduğu ve yerleşimin hiç olmadığı bir belde olduğundan söz eder.
Meşhur İtalyan gezgini Edmondo de Amicis ise 1870 li yıllarda bu yöreyi anlattığı yazılarında, Aya Dimitri tepelerinden Dolapdere’ye inerken birçok küçük dere yataklarından geçilerek inildiğini anlatır. Bu dere yataklarının üzerinde bostanları sulayan su dolapları ve o dolaplardan derti dertli akan suların olduğu da bilinir. Aynı Yunus Emre’nin dertli dolap şiirinde olduğu gibi.
Burada ilk yerleşim Kurtuluş’un Aya Dimitri tepeleri üzerinde bulunan Rum köyleri ile başlamış.
195o yıllarında İstanbul’un bir batılılaşma sürecine girmesi ile şehirde bölgeler bulundukları konumlarına göre bir düzenlemeye tabi tutulmuşlar. Fransız mimar ve şehir düzenleyicisi olan Henry Prost yeni imar planını hazırlarken buraları küçük organize sanayi bölgesi olarak planlamış.
Genelde oto tamircilerinin, yedek parçacıların, hurdacıların, ufak imalat atölyelerinin tercih ettiği bir bölge olması sebebi ile oturum için pek tercih edilmemiş. Ancak dar gelirli ve işçi sınıfı buraları maddi imkansızlıkları sebebi ile mesken tutmuş.
Bugünlerde müze olarak kullanılan ev ise Adam Mickiewicz’in içinde senelerdir yaşadığı evdir. Adam Mickiewicz 1855 yıllarında İstanbul’a sığınmacı olarak gelen Polonya’nın milli destanını yazan yazar ve aynı zamanda şairdir. Kolera salgınında bu evde hayatını kaybeder ve ev onun anısına açık tutularak müze olarak sanat adına kullanılır.
Semtin en önemli etkinliklerinden biri de her Pazar Ramada Otelinin arkasından girilerek Evangalist kilisesinin yakınlarına kurulan bit pazarıdır. Pek çok ünlünün de rağbet ettiği bit pazarında tedavülden kalkan kitaplar, ikinci el giysiler, ayakkabılar, ünlü markaların ikinci elleri yoğun bir müşteri portföyüne sahiptir.
Ünlü edebiyatçılarımızdan Sait Faik Abasıyanık Dolapdere’yi anlatan kitabında oldukça gerçekçi bir o kadar da acımasız bir portre çizmiş. Kitabında, tövbekâr yankesiciler, hastaneden yeni çıkmış eroinmanlar, falcılar, kacak sigara satıcıları, külhanbeyleri, kadın pazarlayıcıları, jigololar, haraççılar, arakçılar, cepçiler gibi pek çok kanun tanımaz kişiliklerin tanımını yapmış.
Erkeklerin alnına yapıştırdıkları briyantinli saçları, yumurta ökçeli ayakkabıları ile ellilik acayip delikanlılar, cebi bıçaklı bobsitil delikanlılardan bahsetmiş. Büyük ve güzel kahveleri, meyhaneleri ile, midye tavası, kokoreç, ciğer tavası, şarap ve rakı kokuları saran sokaklarını anlatmış. Ve yağmur yağdı mı önce buraları sel basar tanımlamaları ile semtin ihmal edilmişliğini vurgular.
Mine Söğüt ise, Dolapdere Kürt kediler, çingene kelebekler isimli kitabında Dolapdere ‘den şöyle bahsediyor. “İstanbul’un herhangi bir semti. İstanbul’un kalbinde saklanan muhteşem bir cehennem. Ve ateşi o kadar küstah ki, kendinden olmayanı ne ısırıyor ne yakıyor”.
Biz keşmeşek bir trafik ile geçtiğimiz bu yoldan gördüğümüz kadarını bilirken, geceleri burada yaşanana bambaşka hayatlar, yasaklar, günahlar, suçlardan pek de haberdar olmuyoruz.
Dolapdere gerçekten İstanbul’un kalbine saklanmış, ama bir cehennem mi? Küllerinden yeniden doğar mı? onu anlatmakta zorluk çektiğimiz tanımlayamadığımız bir semt.
Son senelerde Dolapdere’nin çehresini değiştirecek olaylardan bir de Bürükselde yaşayan sanatçı Ali Cabbar sergisi olmuş. Üç yıldır üzerinde çalıştığı bir proje olup Dolapdere’nin kentsel dönüşümü ve bu dönüşüm sebebi ile kazandığı farklı kimliği anlattığı bu sergi emlak fiyatlarında patlamaya sebep olmuş. Serginin ismini Dolapdere harflerini kullanarak türettiği Elderado olarak yorumlamış.
Emlak fiyatlarında ki bu yükseliş ise eski ve harap evleri kendilerine atölye olarak seçen sanatçılarında kendilerine yeni mekanlar aramasına sebep oluyor.
Dolapdere’nin ne yazık ki en büyük talihsizliği nazım planında sanayi bölgesi olarak seçilmesindendir diye düşünüyorum. Şehrin bu kadar merkezinde olması sebebi ile yakın bir zamanda buranın kentsel bir dönüşüme sokulması kaçınılmaz. Ama bu süreçte buranın etnik kimliğinin bozulması da söz konusu.
Semtin özgün yapısının bozulmadan, gerçek çehresi değiştirilmeden korumaya alınması imkânsız gibi görülmekte. Modern bir yerleşim alanı yapılırken semtin strüktüel yapısı tamamen bozuluyor. Daha önceleri, İstanbul da bazı semtlerde düzenleme yapılırken semtin modernleştirme uğruna tarihsel yapısı tamamen bozuldu ve eski kimliğinden eser kalmadı. Aynı Haliç, Sulukule ve Tarlabaşı’nda olduğu gibi. Kimlik değişikliği olmaksızın kentsel değişim maalesef mümkün de olmuyor.
Şimdilerde eski çarpık yapılaşmanın içine sokulan Lüks oteller, kafeler boy gösteriyor. Bunun yanında semtte açılan devasa sanat merkezleri kısa bir süre sonra buranın bir sanat merkezine dönüşeceği sinyallerini de veriyor. Dolapdere’nin inişli yokuşlu, merdivenli karmaşık sokakları ile yeni bir kimlik bulması da oldukça zor görünüyor.