'Sezer'den prezervatif Erbakan'dan Viagra'
nüfus artışında siyasetin etkisi konusunu irdeleyen Emre Aköz, "Demokratik bir ülkenin nüfusu (daha doğrusu: "doğurganlık oranı"), siyasetçiler istedi diye artırılabilir ya da düşürülebilir mi?" diye sordu:
Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz'ün yazısı...
Çıplak gözle bakmak
Taktığım konulardan biri de siyasetçilerin Türkiye nüfusuna ilişkin söylemleridir. İşin ilginç yanı, o saçma lafları ortaya atanlar belli bir cenahın siyasetçileri de değildir. Sağcısı da, solcusu da, laikçisi de, İslamcısı da aynı abukluğa imza atmıştır.
Yaklaşık 10 yıldır, Türkiye'de bir "genel nüfus" sorunu olmadığını... Nüfusumuzun 2050 yılında 95 milyon civarına ulaşacağını... Daha fazla da artmayacağını söylüyorum.
Nüfus açısından Türkiye'nin temel sorunu "genel artış" değil "dengesiz yoğunlaşmadır": Yani göçle birlikte gelen hızlı kentleşme sonucu nüfusun belli alanlara yığılmasıdır.
Geçen gün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) en son verilere dayanarak 2050 öngörüsünü ortaya koydu: "O tarihte 96.5 milyon olacağız. Ve daha fazla da artmayacağız."
Yaklaşık 10 yıldır, Türkiye'de bir "genel nüfus" sorunu olmadığını... Nüfusumuzun 2050 yılında 95 milyon civarına ulaşacağını... Daha fazla da artmayacağını söylüyorum.
Nüfus açısından Türkiye'nin temel sorunu "genel artış" değil "dengesiz yoğunlaşmadır": Yani göçle birlikte gelen hızlı kentleşme sonucu nüfusun belli alanlara yığılmasıdır.
Geçen gün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) en son verilere dayanarak 2050 öngörüsünü ortaya koydu: "O tarihte 96.5 milyon olacağız. Ve daha fazla da artmayacağız."
Bu konuyu birkaç kez yazdım, çeşitli ortamlarda tartıştım ama kimseyi ikna edemedim.
Çünkü tartışmaya katılanlar ya da bu konuda bana mesaj gönderenler, gerçeğe "çıplak göz" ile bakmak yerine belli bir "siyasi-ideolojik gözlük" ile bakmayı tercih ediyordu.
Peki ben nereden biliyordum?
Dün araştırdım ve buldum:
İktisatçı ve nüfus bilimci Frederic C. Shorter, bu konularda çok önemli araştırmaları bulunan bir Türkiye uzmanıdır. Nüfus artışı, doğum-ölüm oranları, doğum kontrol politikaları gibi konuları sizden benden iyi bilir.
Shorter'ın 1995'te kaleme aldığı makale, 1997'de Türkçeye çevrilerek, kent bilimci Murat Güvenç'in değerlendirme yazısıyla birlikte Birikim (sayı 101) dergisinde yayımlanmış. (Ben de satırların altını çize çize okumuşum.)
Sadece Shorter gibi akademisyenler değil, bizim Devlet Planlama Teşkilatı da 1995'te yayımladığı raporda benzeri bir öngörüde bulunarak "2050 yılında nüfusumuz 94.8 milyon olacak" saptamasını yapmış.
Onlar öyle diyor ama siyasetçiler her zamanki gibi farklı telden çalıyorlar.
İşte birkaç örnek:
Bütün bu verilerin apaçık ortaya çıktığı yıl olan 1995'te, Refah Partisi Başkanı Necmettin Erbakan ailelere "en az dört çocuk" yapmalarını öğütlüyordu.
Sanki onlara kendisi bakacakmış... Sanki aileler de onu dinleyecekmiş gibi...
İslamcılar "nüfusu artıralım" derken, devlette kümelenenler ise 1960'lardan beri "Nüfusumuz çok hızlı artıyor, yavaşlatalım" söylemine takılmıştı.
Bunlardan biri de 40 yıllık bilgilerini yenilememekte ısrar eden 10'uncu Cumhurbaşkanıydı... Sezer daha birkaç ay önce, 11 Temmuz Dünya Nüfus Günü'nde, "Artış kontrol altına alınmalıdır" diyebiliyordu.
Demokratik bir ülkenin nüfusu (daha doğrusu: "doğurganlık oranı"), siyasetçiler istedi diye artırılabilir ya da düşürülebilir mi?
Bugün iktidarda Erbakan olsa ne yapacak; ailelere daha fazla çocuk yapmaları için Viagra mı dağıtacak? Ya da güç Sezer'in elinde toplansa, prezervatif kampanyası mı başlatacak?
Yapsalar ne fark eder?
Kimse kulak asmaz ki!
Halk bildiğini okur.
Şimdi yine bana kızanlar çıkacak ama Milli Görüş'ün rahle-i tedrisinden geçmesine rağmen en makul lafları Başbakan Erdoğan ediyor, Türkiye'nin genç nüfusunu zenginlik olarak görüyor ama artık Erbakan gibi "çoğalın" demiyor.
Zaten dese ne yazar?
Yüzde 70'i kentlerde yaşayan bu halk, çocuk sahibi olmanın, beslenmesinden eğitimine, barınmasından sağlığına ne kadar pahalı bir sorumluluk olduğunu... Artık, köyde ya da kasabadaki gibi, "saldım çayıra, Mevlam kayıra" diyemeyeceğini bizzat yaşayarak biliyor.
Not: Dengesiz yoğunlaşmanın ötesinde bir de milliyetçileri endişelendiren "Kürt oranındaki artış" konusu var ki onu da ayrıca ele almak gerek.
Çünkü tartışmaya katılanlar ya da bu konuda bana mesaj gönderenler, gerçeğe "çıplak göz" ile bakmak yerine belli bir "siyasi-ideolojik gözlük" ile bakmayı tercih ediyordu.
Peki ben nereden biliyordum?
Dün araştırdım ve buldum:
İktisatçı ve nüfus bilimci Frederic C. Shorter, bu konularda çok önemli araştırmaları bulunan bir Türkiye uzmanıdır. Nüfus artışı, doğum-ölüm oranları, doğum kontrol politikaları gibi konuları sizden benden iyi bilir.
Shorter'ın 1995'te kaleme aldığı makale, 1997'de Türkçeye çevrilerek, kent bilimci Murat Güvenç'in değerlendirme yazısıyla birlikte Birikim (sayı 101) dergisinde yayımlanmış. (Ben de satırların altını çize çize okumuşum.)
Sadece Shorter gibi akademisyenler değil, bizim Devlet Planlama Teşkilatı da 1995'te yayımladığı raporda benzeri bir öngörüde bulunarak "2050 yılında nüfusumuz 94.8 milyon olacak" saptamasını yapmış.
Onlar öyle diyor ama siyasetçiler her zamanki gibi farklı telden çalıyorlar.
İşte birkaç örnek:
Bütün bu verilerin apaçık ortaya çıktığı yıl olan 1995'te, Refah Partisi Başkanı Necmettin Erbakan ailelere "en az dört çocuk" yapmalarını öğütlüyordu.
Sanki onlara kendisi bakacakmış... Sanki aileler de onu dinleyecekmiş gibi...
İslamcılar "nüfusu artıralım" derken, devlette kümelenenler ise 1960'lardan beri "Nüfusumuz çok hızlı artıyor, yavaşlatalım" söylemine takılmıştı.
Bunlardan biri de 40 yıllık bilgilerini yenilememekte ısrar eden 10'uncu Cumhurbaşkanıydı... Sezer daha birkaç ay önce, 11 Temmuz Dünya Nüfus Günü'nde, "Artış kontrol altına alınmalıdır" diyebiliyordu.
Demokratik bir ülkenin nüfusu (daha doğrusu: "doğurganlık oranı"), siyasetçiler istedi diye artırılabilir ya da düşürülebilir mi?
Bugün iktidarda Erbakan olsa ne yapacak; ailelere daha fazla çocuk yapmaları için Viagra mı dağıtacak? Ya da güç Sezer'in elinde toplansa, prezervatif kampanyası mı başlatacak?
Yapsalar ne fark eder?
Kimse kulak asmaz ki!
Halk bildiğini okur.
Şimdi yine bana kızanlar çıkacak ama Milli Görüş'ün rahle-i tedrisinden geçmesine rağmen en makul lafları Başbakan Erdoğan ediyor, Türkiye'nin genç nüfusunu zenginlik olarak görüyor ama artık Erbakan gibi "çoğalın" demiyor.
Zaten dese ne yazar?
Yüzde 70'i kentlerde yaşayan bu halk, çocuk sahibi olmanın, beslenmesinden eğitimine, barınmasından sağlığına ne kadar pahalı bir sorumluluk olduğunu... Artık, köyde ya da kasabadaki gibi, "saldım çayıra, Mevlam kayıra" diyemeyeceğini bizzat yaşayarak biliyor.
Not: Dengesiz yoğunlaşmanın ötesinde bir de milliyetçileri endişelendiren "Kürt oranındaki artış" konusu var ki onu da ayrıca ele almak gerek.
Sabah
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.