Türkiye'yi 2008'de neler bekliyor?

Türkiye'yi 2008'de neler bekliyor?

Türkiye, 2007'de önemli gelişmeler yaşadı. ABD ile ilişkiler rayına girdi. Terör örgütü PKK'ya karşı mücadelede büyük başarı elde edildi. 27 Nisan gece yarısı bildirisi ile seçimler yıla damgasını vurdu. Siyasi ve ekonomik istikrarın etkisiyle 2002-2007 y

Maliyetler artıyor, üreticinin gözü Çin ve dövizde olacak

Tekstilde kotalar kalkıyor, Çin'le rekabetin sırrı kalite

Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in "AB Çin'e uyguladığı kotaları kaldırıyor. Artık yemek aslanın midesine indi." sözü, yeni yılda tekstil ve hazır giyim sektörünü zorlu bir mücadelenin beklediğini haber veriyor. YTL'nin döviz karşısındaki aşırı değeri, yüksek faiz, pahalı elektrik ve istihdam maliyetlerine rağmen tekstil ve hammadde üreticileri 6,5 milyar dolar, hazır giyim sektörü de 16 milyar dolar ihracat gerçekleştirdi. Ancak 2008'de 'dalgalı kur denizi'nde yol almaya devam edecek tekstil ve hazır giyim sektörü, markalaşmayı, teknolojik kumaşları, mevsim değişikliklerine karşı hızlı üretim ve verimliliği ön planda tutmak zorunda.

Tekstil ve hazır giyim, Türk sanayisinin ve ihracatın lokomotifi. 105 milyar dolarlık ihracatın yüzde 20'den fazlasını gerçekleştiren kumaş ve giyim sanayii, 3,5 milyon civarında istihdam sağlıyor. Devlet Planlama Teşkilatı'nın 'Türk Tekstil ve Hazır Giyim Sanayiinin Değişen Dünya Rekabet Şartlarına Uyumu' başlıklı raporunda sektörün 2020 yılına kadar küçüleceği öngörülüyor. Buna paralel olarak, 2018 yılına kadar 600 bin kişi işini kaybedecek. Tekstil ve hazır giyimdeki ihracat artışının sürdürülebilmesi ve rekabetçiliğinin sağlanması için sektör temsilcileri stratejik eylem planı veya yeni bir yol haritasının çizilmesi gerektiği kanaatinde. Enerji ve istihdam maliyetlerinin azaltılması, teşviklerin gözden geçirilmesi gibi genel konuların dışında sanayi envanterinin çıkarılması gerekiyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin kayıtlarına göre 17 bin civarında firma var. Adıyaman örneğindeki gibi kümelenme çalışmalarına ağırlık verilebilir. Leke tutmayan, hafif, çevreye duyarlı hammaddelerden üretilmiş kumaşlar gibi konularda araştırma geliştirmenin desteklenmesi gerekiyor. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği'nin Ufuk 2015 raporuna göre; Anadolu üretim, İstanbul moda, Güneydoğu Anadolu pamuk üretim merkezi olmalı. 2007 yılında küresel ısınmanın en fazla etkilediği sektörlerden biri de tekstil ve hazır giyim oldu. Bir önceki senenin şartlarına göre hazırlanan kışlık kıyafetler elde kaldı. Bu durum Avrupa Birliği'nin kotaları kaldırması halinde bile Türkiye'nin hızlı ve modaya uygun üretimini bir kez daha avantajlı hale getirdi. Küresel ısınmanın devam edeceğine dair tahminler göz önüne alındığında, üreticilerin ayakta kalması şirketlerin ani talep değişikliklerine cevap verecek halde yeniden yapılandırması gerekiyor. Şimdiye kadar bunu başaran Türk tekstil ve hazır giyimi 2 yıl sonra 500 milyar doları geçecek dünya tekstil ve hazır giyim pazarında yeni tedarik modeline hazır olduğu da bir gerçek.


Turizmciler dövize müdahale istiyor

Ekonominin lokomotif sektörlerinden turizm geçtiğimiz yıl yüz güldürdü. Yabancı turist sayısı 2005 yılındaki rekora 2 milyon fark atarak 23 milyona ulaştı. Sayıdaki artışa rağmen kazanılan döviz miktarındaki durağanlık sektörde endişelere sebep oldu. Gelirin artmaması, yıllardır tartışılan ancak bir türlü çözümü bulunamayan 'her şey dahil sistemi'nin yaygınlaşmasından kaynaklanıyor. Rekabette ön plana çıkmak isteyen turizmciler ucuz paket turları zararına satıyor. 2007'nin turizm sektörünü sevince boğan en önemli kararı KDV indirimiydi. Hükümet 1 Ocak 2008'den itibaren konaklama tesislerinde KDV'nin yüzde 18'den yüzde 8'e çekilmesi kararını aldı. Yaz aylarına doğru tırmanan terör olaylarının turizme olumsuz yansımasından endişe ediliyordu. Ancak küçük çaplı iptaller dışında Türkiye'ye gelecek turistlerin tatil planlarını bozmaması ülkeye duyulan güvenin gün geçtikçe arttığını ortaya koyuyordu. Bu yıl hedef 26 milyon turiste ulaşmak. Yeni yıla yüzde 10'luk KDV indiriminin verdiği moralle başlayan turizmciler, indirimin İspanya, Yunanistan gibi ülkelerle rekabette Türkiye'nin elini güçlendirdiğini düşünüyor. Turizmcilerin cirolarını aşağı doğru çeken döviz kurları 2008'de de turizmcileri zorlayacak. Sektörün geleceğinin kur politikasına bağlı olduğunu belirten Türkiye Otelciler Federasyonu Başkanı Ahmet Barut, "Kur yükselirken ettiği gibi düşerken de müdahale edebilir. Bu pembe tablo bozulabilir. Biz kriz başlamadan uyarıyoruz." diyor. Bu yıl özellikle Antalya'da nitelikli tesislerin devreye girmesiyle oda fiyatlarının yukarı çekileceği tahmin ediliyor.


Marketler, devlerle rekabet için birleşmeli

Gıda ve temizlik maddelerinin ağırlıklı olarak satıldığı marketler arasındaki rekabetin yerini elektronik mağazalarının indirim yarışı aldı. 2007'nin perakende açısından hiç şüphesiz en önemli adımı, Koç Topluluğu'nun ciro bakımından Türkiye'nin en büyük market zinciri olan Migros'u satışa çıkarması oldu. Yeni senenin de en önemli olayı yine Migros'un satışı olacak. Gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 20'si, tüketici harcamalarının yüzde 42'sini oluşturan perakende sektöründeki önemli gelişmelerden biri de, sayıları hızla artan alışveriş merkezleri. Hali hazırda çeşitli kaynaklara göre Türkiye genelinde 150 civarında yeni alışveriş merkezi projesinin bulunduğu göz önüne alındığında sektörde hâlâ doymamış bir pazar olduğu ortaya çıkıyor. Perakende sektöründe yeni yıldaki belirleyici unsurlardan biri de uzun bir süredir bekleyen Büyük Marketler Yasa Tasarısı. Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, her iki tarafı bir araya getirerek uzlaşmayla yasayı çıkarmaya kararlı. Gıda ve elektroniğin dışında hazır giyimde de birçok yeni marka bu pazara girmek için araştırma yapıyor. Yeni dönemde Türkiye'de organize perakendenin payı gittikçe artarken, yeni formatlar ortaya çıkacak. Bir yandan alım gücü artarken, diğer yandan da yeni yerleşim bölgeleri ve buralarda perakende zincirleri ortaya çıkacak. Bunları yerine getirmeyenlerin ayakta kalması güçleşecek. Yeni dönemde uluslararası markalar yerel zincirleri satın almak için mücadele ederken, perakendede birleşmelerin olması kaçınılmaz.


Konut faizinde hızlı düşüş beklenmiyor

Yüzde 20'lik büyümeleriyle ekonominin dinamosu görevini gören inşaat 2007'de durağan bir yıl geçirdi. Sektör, 2006'nın mayıs ayındaki dalgalanmanın etkisini geçen yıl daha derinden hissetti. Birbiri ardına inşa edilen yeni konutlar kredi faiz oranlarının yüzde 1'ler seviyesine inmemesi sebebiyle satılamadı. Faiz oranlarında düşüş olmayınca geçtiğimiz yıl çıkarılan Mortgage Kanunu uygulanma zemini bulamadı. Geçen yıl 2004'ten itibaren aşırı şekilde şişen konut fiyatlarının gerilemeye başladığı bir yıl, olarak da kayıtlara geçti. Ticarî gayrimenkulde ise durum konuttan farklıydı. Şehir merkezlerinde arsa yetersizliği sebebiyle yeni iş merkezi yapımının az olması mevcut ofislerin hem satılık hem de kiralık açıdan metrekare fiyatlarının artmasına yol açtı. Geçen yıl alışveriş merkezleri furyası inşaat sektörünü bir nebze de olsa rahatlattı. Taleplerdeki azalmayla birlikte, artan maliyetler inşaattaki büyümenin cazibesine kapılanların yaptığı konutların elinde kalmasına sebep oldu. Bu durum sonradan inşaatçıların kendi meşguliyet alanlarına dönme sürecini de başlattı. Meslekten yetişme müteahhitler ise zor günleri tecrübeleriyle aşarak yollarına devam ediyor. Sektör uzmanları 2008'den itibaren ancak satış ve pazarlama sistemini iyi kuran ve kriz dönemlerini güçlü sermaye yapısıyla aşacak birikime sahip kurumsal firmaların ayakta kalabileceğine dikkat çekiyor. Soyak Genel Müdürü Emre Çamlıbel durumu şöyle özetliyor: "Birtakım firmalar sıkıntı yaşayacak. Pazarlaması kuvvetli olanlar sıkıntı yaşamaz. Üç, dört senelik firmalar seçim yapmak zorunda kalacak." 2008'de konut üreticilerinin, alıcıların, emlakçıların gözü konut kredi faizinde olacak. Uzmanlar, ABD'deki krizin etkisinin geçmesi halinde faiz oranlarının yıl sonuna doğru düşüşe geçebileceğini belirtiyor. Konut almak isteyenlerin bu dönemde faiz oranlarındaki indirimi beklemek yerine peşinatlarını mümkün olduğu kadar artırıp fiyatları düşen konutlara alıcı gözüyle bakmalarında fayda var. Faiz düştüğünde fiyatların 2005'teki gibi yükselme ihtimali unutulmamalı.


Gıda fiyatındaki artış kaygı veriyor

2007 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan küresel ısınmanın en fazla hissedildiği alanlardan biri de tarım ve gıda sektörü oldu. Artışlar sadece Türkiye'de değil uluslararası piyasalarda da gözlendi. Şeker, süt tozu, un, kakao, yağ gibi uluslararası borsalarda işlem gören ürünlerdeki pahalılık üreticilere yansıdı. Uzmanlar küresel ısınmanın etkilerinin devam edeceğine ilişkin yorumlar yaparken, ünlü ekonomi dergisi The Economist'in 'Ucuz yemek devri bitiyor' kapağı, durumu özetliyordu. Üreticiler açısından, bakıldığında ise dolar kurundaki düşüş, özellikle ihracata yönelik faaliyetlerde bulunan şirketleri zor durumda bıraktı. Şirketler ya kapandı ya da yerli veya yabancıya satıldı. Sabancı Grubu'ndan Marsa'nın, BİM Marketleri tarafından satın alınması bunun örneği. Bir dönem kendini tarımda besleyebilen sayılı ülkelerden olan Türkiye; kuraklık, bilinçsiz üretim, ilaç ve gübre fiyatlarındaki artış sebebiyle bu özelliğini kaybetti. Hükümetin çiftçilere sunduğu mazot desteğinin yanı sıra zeytin gibi belli ürünlerdeki önemli teşvikleri sektöre kısmi katkı sağladı. Hükümet, tarım arazilerinin birleştirmelerine ilişkin kanunî çalışmaları sürdürüyor. Bilinçsiz ilaçlama ile milyarlarca doların boşa gittiği de göz önüne alındığında hem çiftçi örgütlerinin hem de hükümetin gerekli tedbirleri alması gerekiyor. Türkiye'deki çiftçilerin üretim yaparken 'hangisi daha çok para eder' yaklaşımı yerine, uzun vadeli düşünmesi gerekiyor. Güneydoğu'daki verimli toprakların değerlendirilebilmesi için sulama kanallarının tamamlanması da Türkiye'nin üretimini artıracak. Her geçen gün yaygınlaşan sağlıklı beslenme bilinci, organik tarım için önemli bir potansiyel oluşturuyor. Yeni dönemde tarım alanında faaliyet gösteren şirketlerin özellikle izlenebilirlik, gıda güvenliği, kaliteli üretim ve ihracata yönelik yeni çeşitlere ağırlık verilmesi uzmanlar tarafından öneriliyor. Türkiye'nin hedefi ise dünya standartlarına ve tüketici tercihlerine uygun kaliteli, katma değeri yüksek üretim yapmak.



Araba durmadı, rölantiye alındı ekonomide paniğe gerek yok

2007 yılı için belirlenen enflasyonun hedefin iki katına çıkması, büyüme hızının yüzde 5'in altına düşmesi 'Ekonomide krize doğru mu gidiliyor?' tartışması başlattı.

Pek çok uzman yüzde 5'lik büyüme ile Türkiye'nin yılların biriktirdiği problemleri çözemeyeceğini öne sürüyor. Bazı ekonomistler ise büyümenin kalıcı hale gelmesi ve arz-talep dengesinin bozulmaması için hükümetin 2008 için belirlediği büyüme, enflasyon ve ihracat hedeflerinin isabetli olduğu görüşünde. Biz de başta reel sektör olmak üzere ekonominin bütün aktörlerinin merak ettiği "2008'de ne olacak?" sorusuna cevap aramaya çalışalım. 2008'de ekonominin seyrini biraz da 2007 verileri belirleyecek. Bu açıdan biraz da umutları kıran rakamlarla başlayalım.

Önce kötü haber paketi: 2006 yılında ekonomi 2007'nin sinyallerini vermişti. Ve beklenen oldu: Zaten % 5 gibi oldukça düşük düzeye çekilen büyüme hedefi bile tutmadı. Muhtemelen yılın tamamında büyüme % 4 çıkacak. Enflasyon hedefi (% 4), yüzde yüzü aşan oranda saptı ve 8,4 oldu. 2006'da GSMH'nin % 0,7'si kadar açık veren bütçe, bu tarihi başarıdan sonra bu sene % 2,3 kadar açık verecek. Göreceli bir başarısızlık. Ekonomi 2002 yılından beri reel bazda birikimli olarak % 48 oranında büyüdüğü halde işsizlik oranı % 10'a çakıldı kaldı. Bir ülkenin diğer ülkelere olan 'döviz açığını/borcunu' ifade eden cari açıktaki yüksek düzey (tahminen milli gelirin % 7,5'i kadar) devam ediyor.

Rakamları biraz farklı okuyalım: Alın size arka arkaya kötü haberler. Biraz da insaflı olup farklı görebilir miyiz diye bakalım. Büyümeyi % 5'e çekmek zaten bir hükümet kararı. Bu, neden sürpriz olarak görülüyor? Yine enflasyon hedefi tutmadı; ancak enflasyonu etkileyen kalemlerde bilhassa dış piyasalarda yaşanan gelişmeler 2006'dan daha da kötü olduğuna göre bu sene enflasyonun geçen seneye göre 1,2 puan daha düşmüş olması basite alınmamalı. Enflasyon yılı, artarak değil düşerek bitirdi. Yine cari açık 2006'da % 8 civarında idi. Ancak bu sene % 7,4 gibi yılı gerileyerek bitirmiş olacak.

Ekonomideki dinlenmenin bir nedeni de buydu. Nitekim 2006'nın son çeyreğinden beri ihracat artış oranı, ithalat artış oranının üzerinde. Amaçlanan da bu değil miydi? Bu sürecin devam etmesi gerekiyor. Son olarak bütçe açığı göreceli olarak kötüleşti, ancak geleneksel olarak seçim yıllarındaki gibi telafisiz bir sorumsuzluk yaşanmadı. Dikkat edelim, büyüme % 4'lere gerilediği için oldukça olumsuz bir hava oluştu. Peki, özel tüketimin de yerlerde süründüğü bir yılda hükümet harcamalarının ve yatırımlarının çok daha keskin düşmesi durumunda, diyelim ki, büyüme oranı % 3'ün altına sarksaydı, psikoloji ne olurdu? Böyle de bakalım.

Önemli olan, yaklaşan yerel seçimler nedeniyle işin ucunu kaçırmamak. 2008 bütçesine bakınca en azından hükümetin durumun farkında olduğunu görüyoruz. İşsizliğe ise "kılıf" aramaya gerek yok. Türkiye'nin büyüme modeli istihdam oluşturuyor; ancak bu yeterli değil. Emek piyasalarına yönelik reform çalışmaları tam da bu soruna odaklanmış durumda. Türkiye 2007'de laikçi blokaj tarafından sabote edildi. 2007 kaybedilmesin diye yapılan birçok reform tedbiri Çankaya'da bloke edildi. Ortalık teröre ve şantaja teslim oldu. Temel mesajımız şu: Hiçbir şeyin ucu kaçmış değil. Panik gerektiren bir durum yok.

Önce ne oldu anlayalım: Reşit ya da ergen toplum, sorunlarına akılla yaklaşır, iyi tanımlar, gereğini yaparak üzerine gider. Duygusal tepkiler vererek sorunları halının altına atmaz, hükümetleri zorla sadece günü kurtaran popülist politikalara zorlamaz. Biz bu ülkede en kolay hükümet değiştirdik. 2,5 seneye bir hükümet düşüyor. Ancak kaderimizi değiştiremedik. Çünkü sorunları çözme iradesi gösteremiyoruz. Bunun ilk şartı ise 'bedelini' ödemek. Şu sıralar fırsatçı ve sorumsuz bir görüş milletimizi zehirlemeye devam ediyor. Buna göre 'geçen dönemde yan gelip yatılmış, bu politikaların sonunun bu olacağı belliymiş.' O halde bir kere de bu işin nasıl olacağını söyle de iktisatçı olduğunu göster!

Önce sürecin artık özel sektörün sırtında geliştiğini ifade edelim. 1993-2002 arasında büyüme ortalama % 2,7 kadar. Bunun içinde özel sektörün payı neredeyse "yok" mesabesinde. Oysa 2003-2006 arasındaki ortalama büyüme 7,2. Bunun içinde özelin katkısı tam 4,4, kamununki ise sadece 2,7 kadar.

Tablo-1'de var, ister dolar cinsinden, isterseniz YTL olarak bakın, GSMH (yani bir ülkenin bir yıl içinde ürettiği katma değer) birikimli olarak sabit fiyatlarla % 47 kadar artmış. Peki büyümenin kaynağı ne acaba? Sanayi üretim endeksi 2001 yılında 100'den 150'ye çıkmış. Bu büyüme ve üretime rağmen TÜFE enflasyonu % 70'lerden % 8'lere, piyasa nominal borçlanma faizler oranları da % 90 bandından % 16'lara gerilemiş (Grafik-1). Tüketime ve ithalata dayalı bir büyüme asla böyle bir sonuç vermez. Özel kesimin yatırımları 2001-2007 arasında % 150 kadar artarken, kamununki % 27'lerde. Özel kesimin tüketimi aynı dönemde sadece %39, kamununki ise sadece % 22 kadar artmış. 2002-2006 özel sektör yatırımlarının reel artışı makine teçhizatta % 224, bina inşaatta % 68. Toplam sektörlerde ise % 154. Büyümeyi daha çok özel sektör üstlenmiş durumda.

"Kayıp on yıl" olan 1990'lı yıllarda toplam faktör verimliliği sıfıra yakınken, bugün % 45'lerde. AB'de bu seviye %70'lerin üzerinde. Gideceğimiz yol bir hayli uzun. Ancak bakınız, Türkiye 1999-2006 arasında elde ettiği verimlilik artışıyla AB ve ABD'nin bir hayli önünde yer almış (Tablo-2). Öyle de olmalı, yoksa farkı nasıl kapatacak?

Verimlilik artışı her şeyi örtbas ediyordu. Örneğin kurların rekabet gücü üzerinde oluşturduğu olumsuz etki yıllardır verimlilik artışlarıyla telafi ediliyordu. Ancak bu boşluk da dolduruldu. Verimlilik artışının arka yüzü: Bir ülkenin refah düzeyinin artırılması verimlilikten geçiyor. Bunu artık tartışmıyoruz. Ancak artan verimliliğin ne zaman refah paylaşımı göstergelerine yansıyacağı da önemli. Verimlilik endeksi son yıllarda ok gibi fırladı, bu doğru. Gerçekten de 1998 yılındaki emek verimliliğine 100 dersek, 2007'nin yarısında bu 165'e kadar çıktı. Bunun arkasında ne var? Artan refahtan daha az pay alan emek! Türkiye'de reel ücret endeksi bugün hâlâ kriz yılı olan 2001 düzeyinde. Emekçinin artan refahtan yeterince pay alamadığı bu düzen fazla devam edemez. Devlet küçüldü, yüklerini atıyor, oturup özel sektör düşünsün. Aklımız AB'de iken yaptıklarımız Çin ile yarış zihniyetinde devam ediyor. Bu, Türkiye'nin karar vermesi gereken en büyük milli sorunu. Çin olamayız, AB ile mesafe çok derin, o halde "sanki AB imiş gibi" de yapamayız. Büyük bir kırılma noktası. Toplumsal mutabakat gerektiren ve kolay çözümü olmayan bir meydan okuma. Ayrıca, artık verimlilik artışı da yavaşladı. Yeni bir yatırım hamlesinin altyapısı yapılırken ve gerekli reform ivmesi başlarken, eğer kurlarda bir miktar artış olursa (YTL değer kazanırsa) zaman kazanmış oluruz ve rekabet gücümüzü kısmen korumuş oluruz. Ancak kurlar lehimize döner mi, dönerse başka alanlardaki yan etkileri ne olur?

Sıkışma noktaları: Ekonomi artık sıkıştı. Verimlik artışı yavaşladı, cari açık ve enflasyon baskısı derinleşti. Oluk oluk içeriye akan sermaye, üretimi ve büyümeyi tetiklemiyor. (İyi de nereye gidiyor? Cevap, sermaye el değiştiriyor, reel yatırıma henüz yönelmedi. Ayrıca Türkler de dışarıda yatırım yapıyor.) İşte bütün bu "direnç noktaları" dikkate alınarak, 2007 ve 2008'de % 5 büyüme hedeflenirken ekonomi rölantiye alındı. Ancak bu süre rehavet için değil, yeni bir hamlenin altyapısı oturtulsun diye gerekli. Alınacak tedbirlerle sürdürülebilir büyümenin altyapısı temin edilmeli, ekonomi yeni bir büyüme patikasına oturtulmalı.

Kur-faiz-enflasyon ilişkisi: Kur düzeltmesinin işe yarayacağına inananlardan değilim. Yarasa da düzeltmek Türkiye'nin elinde değil. Faizin düşmesini elbette istiyoruz. Hükümet de, Merkez Bankası da istiyor. Ancak iki durum var: Birincisi, "faiz düşerse kur çıkar" diye bir garanti yok. Bunun birçok nedeni var. Ancak Türkiye'ye büyük bir sermaye girişi var. İlaveten 2008 yılı özelleştirmede yeni bir atılım yılı olacağına göre yine büyük bir kaynak girişi olacak demektir. Bütün bunların faizle ilgisi yok. Bu şartlar altında (dünyada sıkıntı derinleşmez ise -ki inceleyeceğiz-) YTL değer kazanmaya devam edecek.

Ayrıca alınacak yapısal tedbirler netice verene kadar, enflasyonla mücadelede faiz hâlâ önemli bir silah olacak. Türkiye % 10 ve altındaki bir reel faiz yükünü taşıyabilir, bedelini ödeyebilir; ancak enflasyon hedeflerinden kopmanın bedelini göze alamaz. Grafik-3'te gösterildiği üzere, tarihsel olarak bizde büyüme ile enflasyon ters orantılı olarak gelişmiş. Kısa vadede "bas para büyü" şeklindeki şark kurnazlığı tutmamış. Büyümenin finansmanı öyle "üfürükçü profesörlerin" yumurtladığı gibi para basmak gibi kolay bir şey olsa idi herkes bir adet makine satın alırdı, sorun biterdi. (Para denen illetin idaresini tarihten beri bir türlü kavrayamadık. Kazanıyoruz; ancak idare edemiyor, değerlendiremiyoruz,) Evet, kısa vadeli büyüme için enflasyon göze alınamaz ve bu süreç sona erdirilmelidir; ancak nasıl?

2006'nın tersine 2007 enflasyonunda tüketim patlaması diye bir sorun yok. Tam tersine iç piyasalar oldukça durgun bir sene geçirdi. O halde bu enflasyon ne? Bir kısmını yukarıda açıkladık, verimlilik azalıyor. Büyüme de duvara tosladı, şimdi duvarın öteye itilmesi gerek. Verimlilik ve büyüme için üç temel hedef var: Beşeri sermaye yatırımları (bilhassa mesleki eğitimi ayağa kaldırmak için), niteliksiz olarak şehre gelen iş gücünün dönüştürülmesi, teknolojik ve teknik yatırımların devamı. Yapıldığında bile bunların netice vermesi zaman alacak.


Enflasyonu gıda ve konut tetikliyor

Enflasyon üzerinde enerji, konut ve gıda kabûsu sürüyor. Mevcut TÜFE enflasyonunun yaklaşık % 60'ı sadece konut ve gıdadan kaynaklanıyor. Buğday üretiminin 20 milyon tondan 16 milyon tona gerilediği tahmin ediliyor. Arpa üretimi de geriledi. Yıllar sonra ilk defa buğday ithal edildi. 2005, 2006 ve 2007'de hizmetler sektörü gibi fiyat katılıklarının had safhada olduğu kesimin enflasyonist etkisi geriliyor. Ancak bunun içinde konut inanılmaz direniyor. Demek ki buraya ucuz arsa ve konut üretimi ve bu alanda rekabeti tetikleyecek tedbirler girmeli. Büyük şehirlerden teşvikli bölgelere olan sanayi göçü hızlanmalı. Küresel alanda enerji, metal ve emtia fiyatları üzerinde hem büyüme, hem de küresel hedge-fonların spekülatif etkisi var. Enerji, metal ve emtia fiyatları endeksi 2002 başında 100 iken, şimdi 250-300 arasında dolaşıyor. Vahim bir artış. Bu süreç en çok da Türkiye'yi etkiliyor. Türkiye, elektrik enerjisini % 50'den fazla doğalgaz kullanmak suretiyle üretiyor. 2009 yılında enerji açığı başlıyor. Buna rağmen son beş senede reel bazda elektriğe sadece % 3,5 zam yapıldı. 0,10 dolarlık kilovat saat ücretiyle konutta Türkiye elektriği ucuza, sanayide ise diğer ülkelere nazaran pahalıya tüketen bir ülke.

Enerji sektöründe tam 130-140 milyar dolarlık bir yatırıma ihtiyaç var. Bunun için sektörün özelleştirilip özel sermayeye devri gerekiyor. Devlet, yatırım yapma ve bunun altından kalkma şansını kaybetti. Uluslararası yasalar da bunu sınırlandırıyor. Sektöre özel sektörün girmesi için belli bir süre alım garantisi de gerekebilir. Fiyatların piyasada oluşması da son derece önelidir. Zira bu sektörlerde sabit maliyet çok yüksek ve belirsizlikler fazladır.

Enflasyonun toplumun sırtındaki yükü: Özel sektörde bastırılan reel ücretler aracılığı ile artan refah işçi kesimine hak ettiği ölçüde yansıtılmadı. Kamu kesiminde ise bu durum çok daha iyidir. Şöyle ki, 2002-2007 Mart döneminde birikimli enflasyon artışı % 56 oranında gerçekleşmiştir. Ancak Tablo-2'de gösterildiği üzere, hiçbir toplumsal kesimin ücret artışları bu oranın altında kalmamış, bir hayli de üzerinde gerçekleşmiştir. Burada izlenen bir politikaya dikkat çekmek gerekir ki, o da ücret artışları düşük ücretliler lehine gelişmekte ve var olan haksız uçurumun kapatılmasına çalışılmaktadır.


Yüksek büyüme için neler yapılmalı?

  • Ekonomik büyümeyi artık özel sektör sırtlıyor. Üretim ve ihracata dayalı büyüme devam etmeli. İhracat artış oranı, ithalat artış oranının üzerinde kalmalı.
  • Geçen yılki seçim ekonomisinin bütçe disiplinini nasıl bozduğu ortada. 2009'daki yerel seçimler öncesinde kamu harcamalarında ipin ucu kaçırılmasın.
  • Türkiye'nin büyüme modeli istihdam oluşturuyor; ancak bu yeterli değil. Vasıfsız eleman sorunu çözülmeli. Sanayiciye kendi elemanını yetiştirmesi için vergi teşvikleri getirilmeli.
  • Faiz elbette düşmeli. Ancak Türkiye yüzde 10 ve altındaki reel faiz yükünün bedelini ödeyebilir. İki haneli enflasyon ise bütün planları altüst eder. Merkez Bankası'nın elinde çok fazla alternatif yok.
  • Enflasyon üzerinde enerji ve konut kâbusu sürüyor. Ucuz arsa ve konut üretimi gibi rekabeti tetikleyecek tedbirler alınmalı. Petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artış en çok Türkiye'yi etkiliyor. Enerji özelleştirmeleri yeni gecikmelere fırsat verilmemeli.

İstihdamı artırmak için tarım, tekstil ve turizme ağırlık verilmeli

Enflasyonda olduğu gibi işsizliğin bu düzeyi modeli revize etmeyi gerektiriyor. Türkiye, Çin olmayacağı gibi, şu aşamada kendi önceliklerini unutup sanki AB ülkesiymiş gibi davranamayacağını daha önce ifade ettik. Türkiye, kendi önceliklerini başarıyla yapmak ve bunları savunmak durumundadır. Burada kritik husus şudur: Türkiye, istihdam deposu sektörler ve verimlilik kapasitesi yüksek sektörleri ayrı ayrı araçlarla güçlendirmek zorundadır. Örneğin teşvikler dinamik sektörlerde verimlilik bazlı verilirken, emek yoğun istihdam deposu sektörler için istihdama göre teşvik verilebilir. İstihdam oluşturmada tarım, tekstil, turizmden oluşan Türkiye'nin 'üç stratejik T'si' dikkate alınmalıdır. Yine inşaat ve diğer birçok hizmet sektörü bu türdendir. Sorun şudur ki, eldeki mevcut niteliksiz emek gücüyle bu sektörlerdeki emek ihtiyacını karşılamak mümkün değildir. Bu yüzden günümüzde büyümenin istihdam oluşturamadığından ziyade, mesleksizlik sorunundan bahsetmek çok daha gerçekçidir. Bu meyanda eğitim reformunun yanı sıra sanayiciye kendi elemanını yetiştirmek bağlamında büyük vergisel teşvikler getirilmelidir. Halen eğitim sektöründe özel kesimin payı sadece % 2,5 kadardır. Her şeyden önce artık özel kesim eğitime el koymalı, bunun yasal altyapısını da devlet bir an önce oluşturmalıdır.

Daha esnek bir emek piyasasının oluşturulması yönünde 2008 yılına hızlı bir giriş yapılacak gibidir. Bilhassa teşvik kapsamına giren sektör ve bölgelerde girdi maliyetlerine yönelik muazzam kolaylıklar var. İşadamı büyük şehirlerde diretmek yerine muhakkak bu imkanlardan yararlanmayı denemelidir. Bu kolaylıklardan istifade edilirse, uygulaması teknik olarak da siyasi ve toplumsal dengeler açısından da zor olan "bölgesel asgari ücret" arayışı gibi konulara da gerek kalmayacaktır.


HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.