Gubarihat
Bugün; TRT çocuk ve TRT belgesel kanalları Türkiye’de ki en büyük devrimlerden biridir. Beni okuyanlar bilir! Geçmişte de devletin bu en büyük sosyal sorumluluklarından biri olan halkını eğitme-öğretme ve aydınlatma görevini benzer şekillerde dile getirmiş, defalarca konuşmalarımda lanse etmiş, makalelerimde ele almış, gerek görsel gerekse diğer basın yayın organlarında bu konunun ele alınması gerektiğinin üstünde sıklıkla durulması gerektiğini savunmuşumdur.
Bugün bunun gerçekleşmiş olduğunu görmek; Osmanlı kültürünü zahmetsizce görsel anlatımlarla öğrenmek, Osmanlı tarih ve kültür mirasını, örneğin Gubari hat sanatından tutun, Telkari sanatını, kalaycılığı, gümüşçülüğü, nalbantlığı, mihmandarlığı, Saraylardaki ısınma yöntemlerini sanki o çağı, o dönemi, yani orayı; orada yaşarcasına yayınlanan belgesellerde izlemek; Keloğlan masalları ve Pepe çizgi filmleri gibi çizgi filmler ile bir çeşit okul öncesi eğitimini çocuklarımızın keyifle, zevk ve istekle izleyerek öğrendiğini görünce; şimdi ise yayında ve yapımda emeği geçenlere içten bir minnettarlık ve mutlulukla bu konuda emeği geçen herkese teşekkür etmek ve onlardan Allah Razı olsun demek geliyor insanın içinden… Bir devletin devlet olduğunun en güzel kanıtı, halkını sonsuz refaha kavuşturmak değil midir?
TRT belgesel kanalı benimde makalelerimin birçoğuna ilham kaynağı olmaktadır. Örneğin geçenlerde izlediğim Osmanlı Saraylarıyla ilgili bir belgeselde şöyle bir esinlenme olmuştu…
Yüzyıllardır ayakta durmayı başaran; kervansaraylar, hanlar, külliyeler, hamamlar gibi bugünde kamu hizmet binaları ve barınaklar, o tarihi yapılardan esinlenerek inşa edilebilir.
Yaşanan doğal afetler sırasında yapımı henüz kır yıl bile olmamış, o görkemli o yüksek o bize göre yıkılmaz dediğimiz, gösterişli binalar yerle bir olmuşken, yapımından sonra en az kırk kez deprem yaşamış, en az kırk defa savaşlara, yıkımlara, doğal afetlere uğramış belki 300 belki 3000 yıllık yapılar bile; şatafatından, görkem ve gösterişinden ödün vermeden ayakta kalmayı başarmıştır.
Eski hanları, hamamları, cami-ileri ve kaleleri gözler önüne getirince; bir yerleşkenin en önemli meskenlerinden olan sığınakların, ilk yardım için gerekli olan konakların, hastanelerin hatta okulların bile bu yapılardan inşa edilmiş olması gerektiğini dilemek içten bile değil…
Benim en büyük emelim, kültürümüzü gelenek göreneklerimizi sürdürebilirlik açısından, bu yapıların devamlılığını sağlamanın yanı sıra, benzerlerinin inşasını sağlamaktır. Sanıyorum, o tarihi yapıların maliyeti ve yapımı bugünkü akıllı binaların, gökdelenlerin ve diğer birçok kamu hizmet binasının yapımından kolay ve ucuz maliyetlidir. O günkü teknolojiyi yeniden hortlatarak, gerekirse o dönemin mimarlarını mezarlarından çıkartıp zekalarını ellerinden alarak bunu başarmalıyız.
Biliyorum ki bugünün Türkiye’si o mezarlardaki beyinlere ihtiyaç duyma gereğinde değildir. Bizim çok şükür bugünde üstün zekâ, yetenek ve kabiliyete sahip yetişmiş, mimarlarımız mühendislerimiz, arkeoloji uzmanlarımız vardır. Tarihi binalarımızı yeniden canlandırarak kültür erkimizi sürdürebilir, yarınlarımıza örnek olabiliriz. Yarınlarımızda; bizden sonra bizlere, yani yaşlı ve ölülerine, bizim bugünkü yatırımlarımızla sahiplenmeyi bizden öğrenecek, bilecektir.
Yarınlarımıza unutulması güç, mutlu bir dünya bırakmak dileğiyle… !denizbatu!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.